Sayfalar

26 Eylül 2019 Perşembe

Bırakınız yapsınlar efendim -vol2

Daha önce aynı başlıklı yazı yazmıştım, o zaman çocuklar ve onların ekseninde ebeveynlerden bahsetmiştim, tam da şurada. Şimdiki yazıda da konum babalar, kocalar ekseninde erkekler ve o çerçevede de anneler ve kadınlar aslında. 

Kafayı fazlaca kelimelere ve "ya aslında öyle demek istemedim" şeklinde kurulan cümlelere takmış biri olarak, ben bir ebeveynin sadece yapması gerekenler sebebiyle iyi olarak adlandırılmasını anlayamıyorum ve kabul edemiyorum (çünkü dil kalbin aynasıdır:)). Hele ki bu sıfatlandırmanın anneler üzerine hiç kurulmuyor ama sadece çocuğuyla yeterince ilgilendi diye bir babanın "ne kadar da iyi baba" olmasını kabul etmiyor ve öfkeleniyorum (buradaki öfkemin babaya olmadığı açıktır diye düşünüyorum). Annenin okula çocuk götürmesinde ya da gün sonunda nasıl bir gündü şeklinde sormasında bir farklılık ya da ekstra bir iyilik görmeyen toplumumuz bunu baba yaptığında ne kadar da ilgili olduğu vurgunu sıklıkla yapıyor biliyorum. Anneyle evde tek başına duran çocuk için kimse tek kelime kurma gereği duymazken (ki normal olan bu), baba ile günün tamamını geçirilen durumlarda övgüler düzmekten geri kalmıyor onu da biliyorum. Oysa ki özünde ikisinde aynı şeyi yapıyor "ebeveynlik". Ama o öyle değil diyenlere inat hep sorduğum gibi yine soruyorum "neden aynı değil? neyi aynı değil?" bal gibi de öyle. Çünkü baba da ebeveyn, baba da çocuğunu sever ve onun iyi olmasını ister ve baba da çocuğuna yemek yapıp, yedirip onunla oynayabilir. Bu durum yaygın hale geldikçe kadının da normali haline gelecektir biliyorum. Önceleri beynin mantıklı bulup istediği ama kalbin bir türlü tam olarak kabul etmediği ve fark edilmeden "o babasıyla evdeyken bana da keyif" ya da "ay beni de hiç aramadılar, süper valla" gibi cümlelerle kendini ele veren o aslında tam kabul edememişlik sona erecektir eminim. 

Bu noktada şöyle cevaplar oluyor, yok biri evde daha önceden denemiş ev işini, vay efendim ötekinin evde gördüğü şey buymuş. Yanlış mı değil ama eksik. Önceden olabilir ama ya şimdi hayat değişti, kullandığımız araç gereç değişti, toplum içinde yaptıklarımız, bakış açımız değişti. Anne-babanın evinde gördüğün her şeyi aynen mi devam ettiriyorsun, buna direncin neden yani? Değişim isteyip, bekleyip de direnmek neden? Toplumun kadına dair düşüncelerini, bakış açısını yazmıştım bir zaman, bu kısmının da zamanla değişeceğine inanıyorum ama değişimin başladığı yer kadının kendini koyduğu yerde saklı. Onun kendine biçtiği, kabul ettiği ya da reddettiği rollerde gizli. O yüzden bugün yazarken toplumun öngördüklerinden ziyade kadının süreçteki rolünü ve bunun hayattaki yansımasını da yazmak istedim. 

Bu noktadaki ilk çıkış noktam, kadın o toplumun biçtiğini varsaydığımız rolleri ne derece kabul ediyor olduğuydu. Burada kabul derken kastım "yapacak bir şeyim yok kabul ediyorum" gibi bir şey değil, yani erkek kaynaklı bir şey değil (ki bunun için de ayrı görüşlerim var lakin paylaşmak çok doğru olmaz). Kadınlar yapılanı bir lütuf olarak görmekten vazgeçmedikçe bu konuda gerçek bir dönüşümden bahsetmemiz zor gibi. Emzirmek ve doğum yapmak dışında, kadın ve erkek arasında kimi zaman olan fiziksel güç farklılığı ve bununla ilgili işler dışında, bir evde ya da çocuğa dair yapılabileceklerde hiç bir fark olduğuna inanmıyorum. Düşüncelerine önem verdiğim ve çok sevdiğim bir arkadaşımın dediği gibi,  bence de kadın ve erkek elbette farklılar, ama aynı cinsiyetten iki insan da farklı zaten. Dolayısıyla farklılık belki bu bakış açısı kadar sınırlı kalmalı yani görevleri cinsiyetlere göre paylaşmaktansa, görevleri farklı bakış açılarıyla ya da o anki duruma paylaşmak daha doğru olabilir. 

Bazı kadınlar için durum azıcık daha farklı, çünkü bazılarının iş yaparken belli ölçütleri var. O makine onun istediği şekilde dolacak, onun istediği hızda boşalacak, çamaşırlar onun öngördüğü düzende asılacak, çocukla oynanan oyun ya da geçirilen gün onun düzeninde ve kontrolünde gerçekleşecek vs. İş böyle olunca elbette evdeki diğer partnere bunalma geliyor, tam aksi olsaydı da kadına gelirdi aynı bunalma eminim. Çünkü kimse yaptığının bir fiil kontrol edilme hissinden hoşlanmaz. Çünkü belki de aslında farkında olmadan kendilerine biçilen bu rollerden vazgeçmek istemiyorlar. "Mutfağa da girmesin ya", "ay şimdi o çocuğun yemeğini iyi hazırlayamaz", "ya babasıyla da tüm gün durmaz ki" gibi cümlelerin altında yatan acaba egemenlik alanı elden gidiyor hissi mi, bunu düşünmek lazım. Eğer buna verdiğiniz yanıt "elbette hayır, ne alakası var" ise o zaman bırakınız yapsınlar ;)

23 Eylül 2019 Pazartesi

Kendime not ;)

"İnsanın başkasına gösterdiği anlayışın, sevginin, üzüntüde yanında olmanın, mutluluğu paylaşmanın, çözümsüzlükte çözüm yaratma çabasının, gergin anlarda rahatlatmaya çalışmanın çok az kısmını bile kendine yapması ne zormuş. 37 yaşında olup 2-3 gün önce bu farkındalığa sahip olmak da oldukça komik. Çok can dostum dediğim biriyle uzun uzun konuşup, o konuşmanın içinde bile kendimizi yargılayıp, bu yargının aslında bambaşka sebepleri olduğunu söylememiz, üstüne konuşmamız ama gün geçince yine kendime karşı sert halime tekrar geri dönmem ne garip. Kendime hata yapma lüksü vermemem neden acaba? Mükemmelliyetçilik değil bu, cidden değil biliyorum başka bir adı başka bir sebebi olmalı. Hata yapanlara karşı bakış açım mı beni bu kadar sınırlayan, acaba alttan alta hata yapanları yargılamam mı? onlara sert olmam mı? aslında etrafıma da hata yapma lüksü vermemem mi? zorluklarla karşılaştığımda savunduğumun aksine kaçıyor muyum yüzleşmekten? kendimi güçsüz görmekten mi korkuyorum ama öyle olsa nasıl ağlarım ki her yerde diye savunmadım mı ben bunu uzun zaman? Çabuk normale dönüyorum ya da tamam oldu ama şimdi yola devam derken aslında hızla uzaklaşmak mı derdim var olan sıkıntılardan? Ama eğer öyleyse   " 

işte tam da burada kaldı yazım üstünden de günler geçti, öyle olsaydı ya da öyleyse diye devam edecektim ama tamamlayamadım cümlemi. Çünkü aslında sanırım bu cümlenin devamı yok ve aslında tam da bu noktada başa sarıyor düşünceler, duygular. Günlerdir karşıma hep aynı eksende yazılar çıkıyor, kişinin kendisine karşı nasıl davrandığı, olayları kabul etme, acı vs. Sanki tüm evren aynı mesajı vermeye çalışıyor da ben sağırım bu ara :)

Geçenlerde nefes alamıyorum diye ağlamaya başladığımda anladım aslında bu durumu. O günün sebebi oldukça komik geliyor bana şu anda ama yine şu anda biliyorum ki aslında sebep hep başka bir şeymiş gibi görünse de sebep çok kendimim. Bugün fark ettim ki ben mutlu olmaktan, çok mutlu olmaktan azıcık korkuyorum sanki. Herkesin mutsuzluğunu, memnuniyetsizliğini paylaştığı bir ortamda mutlu kalmak çok zor gerçekten, mutluluğu yaşamak da. Zaten ben kendi mutluluğunu çok zor paylaşan bir insandım, iyice zorlanıyorum bu aralar. Elbette bunun detaylarını yazmak istemiyorum buraya ama ilgilisine uzun uzun anlattım :)  

Buraya da bak, arada bak, unuttuğunda bak, ihtiyaç hissettiğinde bak, kendin hatırlayamazsan o zaman oku diye bırakıyor ve şöyle diyorum kendime. "Mutlulukta daha önce kaldığın gibi uzun kal, dışarıda olumsuzluklar olacaktır elbette, ne kadar dahil olacağın da ne derece hayatında tutacağını da ayarlayabilirsin. Bu demek değil ki başkalarının mutsuzluklarına, çözümsüzlüklerine ortak olma, ama bu demek ki kişinin kendi taşımaya gönlü olmadığı ya da zaten kendine düşündüğün kadar dert etmediği yükü üstlenme, gerek yok. Çabalamaya gücü olmaya güç vermeye çalış elbette ama onun yerine çabalama çünkü kendi için çabalamayana yapacak bir şey yok, kalkmaya gönlü olmayanı ayağa kaldıramazsın.  Mutlu ol, mutlu ol çünkü hayat kısa diye değil çünkü uzun mu kısa mı bilemezsin, ama içindeki bulunduğun anı, anı haline getirebilirsin. O anın hafızana nasıl kazınacak, bunu da büyük ölçüde sen belirleyeceksin. Çok seviyorum seni" 

28 Ağustos 2019 Çarşamba

Kadına dair...


Kadına şiddet neden önemsenmiyor, neden bir haberden, sosyal medyadan yazılan yazılardan, sohbetlerde konuşulanlardan öteye gidilemiyor gerçekten aklım almıyor. Kadının öldürülmesi özelinde değil bu yazdığım aslında, genel olarak birinin öldürülmesi ne zaman bu kadar ucuzlaştırıldı, ne zaman magazin haberi gibi bir hal aldı anlayamıyorum. "İyi hal" indirimi denen şeyin içi hep mi bu kadar boştu? Kadına şiddeti tartışırken , çoğu hukukçunun hem fikir olduğu zaten çok sağlam bir ceza kanunumuz olduğunu göz ardı edip, neden nasıl cezalar verilmeliyi tartışıyoruz da bu cezalar uygulanmıyor kısmını konuşmuyoruz? Önleyici önlemler neler olmalıyı tartışmıyoruz. Kadının açık açık yaptıklarımız, söylediklerimizin dışında bir de sanki övüyormuşcasına, özellikle ona atfettiklerimizle toplum içinde yerden yere vurup sonra nasıl eşitliği savunabiliyoruz gerçekten aklım almıyor. Bugün bunca yaşanandan sonra bile kadının görevleri, kadının yaptıklarından dolayı kıymetli olduğu vurgusunun yapıldığı paylaşımlara inanamıyorum. Kadının, insanlığından değil de annelik vurgusundan sebep daha kıymetli bulunmasına hala çok şaşırıyorum. 

19 Ağustos 2019 Pazartesi

Söyleyeceklerim var :/


Evet yemesine izin vermiyoruz ve hatta bu teklif çocuktan bile gelse reddediyoruz. Sebebini bence herkes biliyor artık. Burada şekerin zararlarından, paketli gıdanın içindekilerden bahsetmeyeceğim bile. Merak edenler sadece iki dakikada bu bilgilere ulaşabilir zaten. Ayrıca "çocuğuma bir çikolata da almayacak mıyım" diye de üzülmüyoruz, etrafımızdakilerin de bunun için üzüldüğünü hiç sanmıyoruz. Çünkü oyun, paylaşılan anlar ve bol kahkaha her zaman alınan çikolatadan daha fazla akılda kalır diye düşünüyoruz :)

Hayır hiç yemeyecek diye bir iddiam yok, ben de biliyorum belli bir yaştan sonra bunu kontrol etmemim mümkün olmadığını. O nedenle kuru kuruya hayır demek yerine her seferinde nedenini anlatıyorum, içinde neler olduğunu anlayabileceği şekilde okuyorum ki ileride seçecekse de neyi seçtiğini, seçtiği şeyin içinde ne olduğuna nasıl bakabileceğini bilsin. Yani bir nevi bilinçlendirme çalışmasıJ



7 Ağustos 2019 Çarşamba

DATÇA'da biz


Bu yaz Datça’da tatil yapma kararı aldığımızda, ne yeriz, nereleri gezeriz, nerede denize gireriz diye hem giden arkadaşlarımın anlattıklarından hem de yazılanlardan çok yararlanmıştım. O nedenle ben de buralara bir not bırakmak istedim, birileri belki yararlanır, diğer bilgilerle harmanlar diye. İlk yazmak istediğim elbette Datça’nın ne kadar rüya gibi bir yer olduğu. Aklımı, kalbimi oralarda bırakıp döndüm diyebilirim. Bir avuca sığacak kadar fotoğraf, hafızamızdan silinmeyecek kadar güzel anılarla döndük :)




6 Temmuz 2019 Cumartesi

Tatili güzelleştirmenin tek yolu ;)

Tatilde olduğumdan mıdır, internete giriş zamanımın kısıtlı olmasından mıdır bilmem ama sürekli karşıma "çocukla/bebekle tatiilde/evde/yurt içinde/yurt dışında..... " şeklinde devam eden blok yazıları ya da instagram iletileri çıkıyor. Şu anda yurt dışında olduğumdan doğrudan oradan gireyim konuya. Çocukla yurt dışında işleri kolaylaştırmanın 124587 yolu yok çünkü zaten yurt dışı, yurt içi ya da uçak, tren vs gibi  yerlerin her biri için ayrı bir organizasyona da gerek yok. Dahası nasıl ki parmak izlerimiz bambaşka, ebeveynliklerimiz, çocuklarımız da öyle. Dolayısıyla hiç bir reçete bir diğerine uymayacaktır. Ancak çocukla bir şeyler yapılabilmesi için daha doğrusu yapılırken biraz rahat olabilmek için bilinmesi gerekenler var bana kalırsa.

29 Nisan 2019 Pazartesi

Bırakınız yapsınlar efendim

Bu haftasonu daha önce olmadığı kadar çok çocukla vakit geçirdim, etkileşim kurdum. Yaklaşık 6 saat boyunca onlarca çocukla diyalog kurdum, onların yeni bir şey denemesine vesile oldum. Benim de bu halime kızımın yuvası Kiraz Ağacı vesile oldu :) 

Dün Eskişehir'de günlerden "Çocuk Şenliği" idi. Bu yıl altıncısı düzenlenen şenlik bize bir kere daha bu şehirde çocuk olmanın da ebeveyn olmanın da ne kadar güzel olduğunu hatırlattı. Şehrin güzel parklarından Sazova'da kurulan standlar sadece çocuklar içindi, yapılan tüm etkinlikler, çalan müzikler, konserler çocuklar içindi. Yağan yağmur bile çocuklar içindi bence :) En azından en çok eğlenen onlardı. 

1 Mart 2019 Cuma

Şövalye prensesler ile yemek yapan süper kahramanlar

Bu dönem şimdiye kadar verdiğim derslerin en eğlencelisini ve bence en faydalısını, en ufuk açanını veriyorum. Derse gelmeyenler dışında benim de bu dersten aklımda bir şey kalmadı diyebilecek bir öğrenci olduğunu da düşünmüyorum, o kadar iddialıyım bu konuda :)  Dersimiz Medya Okuryazarlığı :) Dersin ana konusu medya olunca, reklamlar ya da filmler ve bunlardaki cinsiyetçi yaklaşımlar da sıklıkla örnek olarak karşımıza çıkıyor.


Cuma günü yuva çıkışında bizim minnoşun "anne ben evimize süs yaptım" demesiyle haftasonu fazlaca aklımı kurcaladı kadınlar/erkekler ve biçilen, dayatılan roller, renkler,yakıştırmalar... En çok da biz bunun neresinde duruyoruz, nasıl etki ediyoruz kısmını sorguladım elbette. Kız çocuk sahibi olanların büyük çoğunluğunun geçti bir prenseslik evresi var sanırım ya da bazı çocukların renkleri ısrarla seçiyor olmaları sadece bireysel olarak bunu tercih ediyor olmalarından kaynaklı olamaz. Bu noktada acaba onlara masum olduğu varsayılarak kurulan cümlelerin, izlediği reklamların, oyunlarda arayı bulmak için ya da kriz çıkmasın diye  büyüklerin öylesine kurduğu "ama o kız oyuncağı ne yapacaksın"ların veya sadece kendi istediği kıyafeti aldırmak için arada söyledikleri " ay o erkek rengi bak bu daha güzel"lerin hiç mi suçu yok.

14 Şubat 2019 Perşembe

Herkesin paylaşımına kimse karışamaz

Fotoğraf bizim yuvadan, tam tabloluk, bana keşke azıcık yeteneğim olsaydı da bunu yağlı boya tablosuna dönüştürebilseydim dedirten cinsten. Bu sabah bir uyandık her yer kar, öyle az buz da değil bir karışJ Çocukluğumda ne çok severdim gece bir şey yokken sabah kara uyandığım günleri, şimdi bir dert oluyor. Bunun erimesi var diye geçiyor aklımdan. Ben kar, kış sevmem derken yaptığımız “kızak partisinde” ben aslında şehirdeki kar kışı sevmiyormuşum, çocukluğumdaki kar kışı seviyormuşum demiştim mesela. Neyse mevzu bu değil zaten , kar yağdı her yer kar fotoğrafı doldu diye şikayet edenler bir yana bir de “ay ben eksik kalmayayım madem” temalı alttan alta tiye alan paylaşımlar var. Paylaşmak isteyen paylaşsın, bakmak isteyen baksın, üstüne destan yazmak isteyen de yazsın şu kar fotoğraflarının. Kim sürecin nasıl tadını çıkarmak istiyorsa öyle yapsın di mi?

13 Şubat 2019 Çarşamba

Bir durup dinlesek

"Bir zamandır çokça yazmak istiyorum ama en temel sorunum yazamamak, neden çünkü kendimi yeterince besleyecek bir şey yapmıyorum bu aralar. Önceden bildiklerim, okuduklarım da bir yere kadar yetiyor. Yazmanın bana iyi geldiğini bile bile, onca şey yaşamama rağmen hep aynı eksende yazmamak adına mutlaka beslemesi gerekiyor insanın kendini. Bunu annelerin en ihtiyacı olan şekilde yani başkalarıyla sosyalleşerek yapmak mümkün elbette ama yeterli değil onun yerine bazen film, tiyatro gibi etkinliklerle bazen de kitaplarla yapmak gerekiyor daha fazla konuşmaktansa daha fazla düşünmeye yer açmak lazım zihinlerde. İşte o zaman yeni yazılar da geliyor kendiliğinden." diye yazmıştım bir zaman önce sonra çok düşünmeye vaktim olan bir zamanda bir anda aklıma rahatsızlıklarım geldi.👇👇

Bu aralar sıklıkla rahatsız olduğum bir konu var anlatamamak ya da anlaşılmadığımı düşünmek. Hangi konularda kısmına girmeyeceğim ama geçen gün evde yaptığımız konuşmada elbette beni en en eeeen iyi anlayan kişi (burada o kişi Özgür oluyor) ne demek istediğimi de şıp diye anlayıverdi. En iyi anlayan derken her zaman hak veren anlamında söylemüyorum ne demek istediğimi anlayan anlamında demek istedim. Belki de ben bu az anlatarak anlaşılmaya o kadar alıştım ki anlaşılma yani anlaşılmama hali uzadığında pes ediyorum :) çok sinir bozucu gerçekten yani bana yapılsaydı acaip sinir olurdum ama bu aralar gerçekten anlaşılmaya ve çabuk anlaşılmaya ihtiyacım var sanırım.  Aslında bu bizde genetik bence ama bu gen benden önce aktif miydi bilmiyorum. Misal annemde babamda yoktu derkeeeen aklıma halam geldi (ve arada arayıp tüm bunları anlattım, hatta yalan değil azıcık övdük bazı yönlerimizi 😁) çünkü onda var, yani genetik :) Şaka bir yana elbette bu çok hoş ve doğru bir şey değil ama sanırım benim tanımlayan özelliklerimden birisi. Etrafımı rahatsız etmeyecek ölçüde olduğunda çok sorun da değil. Benim beklentim anlamsız ya da fazla olabilir elbet, çabuk anlaşılmak vs ama aslında sinirlendiğim ya da dayanamadığım kısmı insanların dinlemedikleri zaman anlamadıklarını fark ettiğim kısım. Fark ettim ki çoğu insan kendi aklındaki yargısını, inandığını, düşüncesini ya da kabulünü kenara koyarak dinlemiyor o noktada da anlamak çok mümkün olmuyor. Kendi doğrularımızı bir kenara bırakarak dinlemek gerçekten çok ama çok zor bunu biliyorum ama çok da önemli bunu da yaşıyorum. 

anlatıyorum ama nasıl olacağını bir türlü bilmiyorum


Bizim sevdiğimizi karşı tarafın da sevmesi gerekmediğini, bizim "ben olsaydım yapardım" dediğimize karşı tarafın "ama ben yapmam" demesini sinirlenmediğimiz ve garipsemediğimizde, karşı tarafın istediğini ya da beğendiğini almadığımız ya da yapmadığımız zaman bunun kötü olanı yapmak olmadığını, yani kısacası davranışlarımızı ya da düşüncelerimizi başkasına endekslemediğimiz sürece oldukça sıkıntısız bir iletişime merhaba demiş oluyoruz. İşte ben tam da bunu arıyorum bu aralar, hem kendim bunu yapmak kendimi törpülüyor ve çabalıyorum hem de karşı taraftaki herkesten bunu bekliyorum. 

22 Ocak 2019 Salı

Bir nesil yetişirken sen neredesin?

Herkes bambaşka şeyler atfediyor yeni nesile. Bir grup insan çok sorumsuz olduklarını, bazıları apolitik olduklarını, bazıları hazırcı olduklarını söylüyor. Bir kısmı çok zeki olduklarını söylerken ancak geneli "bu yeni nesilden bir şey olmaz"a varıyor bu konuşmaların. Bir grubu ya da birini yermek elbette en kolay şey, söyler söyler bırakırız ama iş biraz daha derine indiğimizde oldukça vahim bir hal alıyor.

Özel olarak gelmek istediğim yer aslında öğrencilerin özellikleri olduğundan bir nesil yok oluyor temalı bir yazıdan ziyade öğrencilik, öğrenciler nereye gidiyor ve neden kısmına odaklanmayı tercih ediyorum şu anda. 21. yüzyıl öğrenen özelliklerini kaynaklarda özgür ve özgün düşünen, çözüm odaklı hareket eden, çoklu görevler gerçekleştiren, hedeflerini kendi istek ve becerilerine göre belirleyen ve model olan, bilgiyi sorgulayıcı, araştırmacı, problem çözme becerisi sahip, öğrenmeyi seven, öğrenmeye meraklı, öğrenmede etkin ve yaşam boyu öğrenen, üreten, yaratıcı ve hayal gücü olan, gelecek nesillere aktaran/ışık tutan, çağın gereksinimlerine uyum sağlayan,  teknolojiyi etkili kullanan ve teknolojiyi öğrenmek için kullanan şeklinde belirtilmiş. 


Arkadaşlarım bu haftamın hem çok eğlenceli hem de çok sinir bozucu geçtiğini çok iyi biliyorlar da ufak bir özet geçeyim. Bu hafta üniversitemizde sınav haftasıydı dolayısıyla benim de derslerimin sınavları vardı. Ben de uygulama sınavı olan beş farklı grupta öğrenci gözlemleme şansım oldu ki zaten dönem başından beri aynı dertlerden muzdariptim, durum sadece en üst seviyeye çıktı o kadar. Yaklaşık 5 yıldır derse giriyorum ve biliyorum çok klasiktir ama her geçen yıl daha da kötü bir grupla karşılaşıyorum derslerimde.  Kötüden kastın ne derseniz birkaç hafta önce, genel anlamında düşünmeyen ve hiç bir zaman çözüm üretmeyen öğrenciler olduğunu söyleyebilirdim . Ancak sınav haftasıyla birlikte başka özellikler de gözüme çarptı. Yukarıda 21.yüzyıl öğrenen özelliklerini yazdığım paragrafta özellikle bazı kelimeleri kalın hale getirdim. Asıl olarak bu noktalarda vereceğim örnekler ve söyleyeceklerim var. Deniyor ki 21. yy öğreneni düşünen ve çözüm odaklı ki zaten birinin bir çözüm üretebiliyor olması için o konu üstüne düşünmesi gerekir. Ancak maalesef yeni nesilin büyük çoğunlu çözüm üretmedikleri gibi sorunun da kendilerinden kaynaklandığına ihtimal bile vermiyorlar. Uygulama sınavlarından bu "excel çalışmıyor", "ben yapıyorum doğru eminim ama kabul etmiyor" gibi cümleler havada uçuştu ki yazılan tüm fonksiyonlar yanlıştı. Bir başka söylenen şey ise çoklu göreve uygun oldukları ancak bunun en ufak bir emaresini bile görmek mümkün değil. Çünkü zaten dinlemiyorlar, o an kendi uğraştıkları ya da odaklandıkları dışında hiç bir şeyi asla ve asla dinlemiyorlar ki bunun da epey örneğini yaşadım sınavlarda. Her soruya yüksek sesle ve belki size de yarar diye üstüne basarak cevap vermeme rağmen aynı sorunun en az 15  farklı öğrenci tarafından sorulması elbette tek örneğim değil:( 21.yy öğrenenlerinin hedeflerini kendi becerilerine göre belirlediklerinden bahsediliyor ancak çok üzülerek söylemek durumundayım ki öğrencilerimizin çoğunun hedefi bile yok. Kendi yaptıklarının, yapamadıklarının hatta anlatılanda anlamadıkları yerin bile farkında değiller. Abartmıyorum gerçekten,  yaşayan bir sürü arkadaşım bu durumun en büyük şahitleri. İş böyle olunca üretici, sorgulayı gibi özellikleri tartışacak bir platform olmadığını anlamışsınızdır sanırım. Gerçekten bazı öğrencilerimizin yeni bir şey öğreneceğiz diye tabiri caizse aklı çıkıyor, kaldı ki bir şeyi hayal etmeleri söz konusu bile değil bana kalırsa. Böyle yazdığımda yeni nesile  amma da laf söylemiş oluyorum biliyorum, ama yapmak istediğim bir nesilin ne kadar kötü olduğunu söylemek değil aslında. Geldiğimiz bu noktanın sebebini de neler yapabileceğimizi de çok düşündüm. Bu nesil çöp, çöpe atalım gitsin değil asla. Öncelikle ana sebebin ülkemizde sorgulamanın getirdiği olumsuz sonuçların olması olduğunu düşünüyorum ancak elbette bu tek başına geçerli bir sebep olamaz bu yaş grubu için. Beraberinde en büyük sebep elbette ailelerin yaklaşımı. Evet çok üzgünüm ama her kapı ailelere çıkıyor. Bunun çok yorucu olduğunu biliyorum ancak aile tutumunun ne kadar önemli olduğunu Prof Dr. Bengi Semerci çok acı bir olay sonrasında anlattı, okumak için tıklayabilirsiniz. Bu yazının üstüne bir şey yazacak kadar alandan değilim ama dört yıllık anne olarak da 7 yılllık akademisyen olarak da ailenin önemini defalarca deneyimledim. Çevresel faktörler de başka bir sebep olarak karşımıza çıkıyor, çocukların sahip oldukları, etrafında gördükleri gibi ama bu noktada da ebeveyn tutumu oldukça önemli.Çocuğumuz üzülmesin diye ona kıyamadığımız bazı anlar aslında ona kıydığımız anlar olarak karşımıza çıkıyor daha sonra. Eğitimin hangi kademesinde görev yapıyor olursanız olun mutlaka yapabilecek, katkı sağlayabilecek bir şey vardır. Eğer anaokulu öğretmeniyseniz zaten meraklı, sorgulayan, yaratıcı olan çocuklardaki bu özellikleri daha da pekiştirebilir, en azından yok etmemek için çaba gösterebilirsiniz ya da davranışlarının sorumluluklarını almaları konusunda destekleyici davranabilirsiniz. Eğer bir kurumda yöneticiyseniz belki öğrencilerin davranışlarında doğrudan bir değişiklik meydana getirmemeyebilirsiniz ama öncelikle öğretmenlerinizin arkasında durarak, velilerin okul ortamını kendi bildikleri gibi değiştirmelerine izin vermeyebilirsiniz ya da eğitimlerle değişime katkı sağlayabilirsiniz.  Çocuklar büyüdükçe etki alanınızın azalacağını söyleyebilirim ama öğretmenlik yapıyorsanız, karşınızdakine patron gibi değil de öğretmen gibi davranarak en azından  gelişimlerine katkı sağlamaya devam edebilirsiniz. En önemlisi de işinizi ciddiye alabilirsiniz. Mesela "amaan ben mi düzelteceğim" demeyebilirsiniz ya da " bir ben uğraşınca olmayacak napayım" diye düşünmeyebilirsiniz, işten, iş yükünden kaçmayabilirsiniz, rahatım bozulmasın demeyebilirsiniz yani en azından işinizi öğrencinin hem akademik hem de kişisel gelişimine katkı sağlayacak şekilde hakkıyla yapabilirsiniz.  Öğretmenlerin çabasının tek başına yetersiz kalacağı çok bilinen bir gerçek. Dolayısıyla bu durumun süreçteki en büyük destekçisi elbette aileler olacaktır. Anne olduğum yerden baktığımda çocuk yetiştirmenin tüm keyifli yanlarına rağmen çok hassas bir süreç olduğunu defalarca tecrübe ettim. Dört yıllık anneliğimde, gözlemlediğim çocuklarda ve öğrencilerde en önemli noktanın, çocuklarımızı yetiştirirken sorumluluk almalarını sağlamak olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu noktada da ceza/ödül ve yaptığının sorumluluğunu alma arasındaki ince çizgiyi iyi fark etmek gerekiyor bence. Hepimizin en büyük isteği sanırım çocuklarımızın mutlu olması ancak bireyselciliğin hızla yaygınlaştığı günümüzde kişilerin kendi mutluluklarını istemesi ve bencil olmak biraz karıştırılıyor. Toplumun bir parçası olarak çocuklarımızın mutluluğunu isterken, her ne olursa olsun yeterli mutlu olsun, kırsız döksün ama yeter ki o mutlu olsun, başkasını üzsün, başkasının duygusuna önem vermesin ama mutlu olsun deme hakkımız olmamalı çünkü bu şekilde çoğumuzun şikayetçi olduğu bu girdaptan çıkma şansımız yok. Aile olarak,  özgürlük dediğimiz şeyin de bir sınırının olduğunu,  eleştirmekle saygısız davranmanın arasındaki farkı, istemediğini söylemenin de doğru bir yolu olduğunu, istediklerimizi elde edemediğimiz anlardaki hayal kırıklığıyla baş ederken başkasını suçlamamamız gerektiğini, bazı şeyleri yapamamanın sebebinin bazen sadece yapamamış, becerememiş ya da yeterli olmamamış olduğunu bilerek bu noktada sorumluluğu/suçu başkasına atmamanın önemini bilmekle ve öğretmekle yükümlü olduğumuzu düşünüyorum. Şimdi durup düşünme zamanı neler yapabiliriz. Ya kötüleyerek kendini gerçekleştiren kehanet misali gerçekten hiç bir işe yaramaz hale getireceğiz bir nesili ya da ufak ufak elimiz dokunacağız her birine yakaladığımız anlarda. Ya ebeveyn olarak, yetiştireceğimiz nesile daha çok dikkat edeceğiz ya da sınıftaki diğer çocuklara ve onları yetiştiren ebeveynlere suç atarak bir grup daha ekleyeceğiz şimdikilere. Ya öğretmen olarak suçu aileye atıp kenara çekileceğiz ya da bu noktada ben ne yapabilirim diye biz de kafa yoracağız. Hem eğitimci hem de aile olarak maalesef hem taşın altına elime koymayayım hem de iyi bir gençlik yetişsin deme hakkımız yok. 

11 Ocak 2019 Cuma

Değişim mi?

Mutluluk parayla alınır mı abidin? Etrafımdan anladığım alınmadığı :) Peki mutluluk başkasından alınır mı? işte o alınıyor, insanların mutluluğu bir şekilde bulaşıyor size, ama elbette eğer bulaşmasına izin verirseniz. Mutluluk bulaşıyor da mutsuzluk ayrı durur mu durmaz elbette, o da bulaşıyor. Misal ben gidiyorum emek emek uğraşıp mutlu ediyorum kendimi, biri geliyor, şikayetiyle, işden kaçmasıyla, saçmalamasıyla ve her şeye söylenmesiyle emiyor enerjimi. Aynı mutluluk gibi bu da izin verirsen oluyor ve fark ettim ki ben buna inanılmaz izin veriyorum, veriyordum yani. Az evvel bir dostuma şunları yazarken buldum kendimi "çarpacam valla birinin ağzına en sonunda, öyle sinirleniyorum ne yapacaz kuzum ya bu şikayetçi, bir türlü memnun olmayan, hep her şeyin kendine kasıtla verildiğini, yapıldığını düşünen, işten kaçan, sürekli talep eden, ota boka mutsuz olan ve enerji emen insanları" ve bunu yazarken ki halimi düşündüğümde şu anda daha da üzülüyorum. Halbuki olay bana bunu hissettiren olay tamamen benden bağımsızdı, olayın öznesi, nesnesi vs değildim ama dayanamadım. O yükü sırtladım ve öyle odama girdim, şu anda da omuzlarımda bu yükle yazıyorum hala. 


Etrafımdaki herkes bulutlara ve bana hissettirdiklerine ne derece hayran olduğumu biliyor artık. Ben o bulutlara yeni hayran değilim ama ilk hayran olduğum anı ve bana hissettikleri mıh gibi çakılı aklımda. 

Tam da 👆👆 böyle yazmıştım iyi bir haber sonrasında. Bu yazıdan yaklaşık 4 yıl sonra da benzer görüntü bir anda aklıma başka bir şey düşürmüştü. Her zaman o partıltı kalmıyor ve bazen o görüntünün sonu zifiri karanlık oluyordu. 👇👇


Şimdi bunları neden söyledim çünkü cidden o arkadaki parlaklığı görmek, buna çabalamak cidden çok önemli en azından benim için. Ve her seferinde aynı noktaya geliyorum bu öndeki kara bulutları yok saymak asla değil, aptal bir pozitifliğe bürünmek hiç değil. Ben öyle olmayı seviyorum o kara kuyuya düşmeden hayatımın daha güzel olduğunu düşünüyorum, girsem de düşsem de çok hızlı çıkıyorum. Bu noktada en büyük rahatsızlığım kendimi bazı rollere çok kaptırmış olduğumun farkına varmak. O nedenle tüm rollerimden  sıyrıldığım bir an istiyorum. Kendi başıma açtığım, başkasının bana yüklediği rollerden bahsediyorum elbette. Anne, abla, kardeş ya da eş olmaktan değil. Yaklaşık üç aydır beynimi kemiren bir düşünce bu ve gerginliğimi oldukça artırıyor, duygularımı kontrol etmekte zorlanıyorum. Sonra bir gün ansızın daha katı kararlar alıyorum ki bu da bana çok zarar veriyor biliyorum :) Öyle çakılıp kalakalıyorum bir anda. İşte bu yüzden ben bundan sonra bağlarımdan dolayı edindiğim roller dışındaki rolleri kabul etmiyorum. Evet biliyorum buna ben sebep oldum, madem o zaman sebep olmaya karar vermişim bundan sonra da sebep olmamaya karar veriyorum. Arkadaşsam bir de abla,kardeş olmamak bunlardan en en önemlisi benim için. Bunların yanında herkesin enerjisini ayna gibi kendine yansıtmak istiyorum hiç üstüme almadan dahası kabul etmeyeceklere mutluluğumu da vereyim diye uğraşmak istemiyorum. 

Artık daha iyi hissedeceğim diye bir beklentim de yok bu değişimden sonra. Değişimin kime ne getireceği büyük bir bilinmezlik bana kalırsa ama bir de böyle deneyeyim kendimi. Acaba mutluluğuma mutluluk katacak mı bu yoksa acaba kendimde böyle bir değişikliğe gitmeye çalışmak daha mı çok yoracak beni:)