Sayfalar

14 Mayıs 2018 Pazartesi

İkilenmek

Aman da aman büyümüş de konuk yazar mı alıyormuş :) Bilmem ki konuk yazar almak için büyümeye gerek var mı ama bizimki çok spontane gelişti, bence çok da tatlı oldu. Aslında amaç inanılmaz farklıydı ama amacını tamamlayınca bu şekilde blog yazısı olarak yayınlayalım mı ki acaba dedik. Taze annenin kaleminden, anne olacaklara gelsin madem siye düşündük ve işte karşınızda Özge'nin doğum hikayesi ve minik Selin'e kavuştuğunda hissettikleri :) Hep hayal ürünü gelirdi bu duygular bana ama demek ki değilmiş :) Ben okumalara doyamadım, sıra sizde.


Yaklaşık 40 hafta olarak bilinen bir-likteliğin, iki-lik halini alması yaklaşıyordu. Son zamanlarda kafamda doğumla ilgili okuduğum kitapların sayfalarını çeviriyordum sıklıkla. Duyduklarımdan oluşan bant kayıtlarımı sürekli bozuk kaset gibi sarıp duruyordum. En çok duymak istediğim ve beni en çok rahatlatansa normal doğumla dört çocuk dünyaya getiren, küçüklüğümden beri her soruşumda o zamanlar anlamlandıramadığım bir duygu ifadesi ile anneminkiydi: “Anne normal doğum nasıl?”, “Kucağına çocuğunu aldığında unuttuğun bir şey. Nokta.” Bu cümle her seferinde annemin yüzündeki gevşek bir gülümseme ile sonlanırdı. Ben de hep öyle hayal ederdim. Doktorumla doğum sancıları hakkında konuşmuştuk. Su serpen bir yorumla “diğer sancılardan farklı, üretken bir sancı” demişti. İster istemez kafamda doğum koltuğuna oturup oturup kalkıyordum. Ve artık büyük güzel buluşma ve kavuşma için sabırsızlanıyordum. Belki oruç tuttuysanız bilirsiniz ya da uzun sure aç kaldıysanız. Yemeği yeme zamanı yaklaştıkça akreple yelkovan düşman kesilir birbirine. O artistik ilerleyiş sanki birbirini pek de umursamayış halini almıştı. 38. haftanın 5. gününde doktor göbeğimden eliyle yaptığı muayene sonucunda ultrasona yönlendirmişti. Hastanede ultrason sonrası bebeği aramıza alma vaktinin geldiğini söylediler ve evden eşyalarımızı almamiz için bir saat verdiler. Duyduklarım doğru muydu? Kızıma mi kavuşacaktım? İçimde bir festival havasıdır koptu gitti. Çekilin yoldan haydi haydi acilin, kızım geliyor... İşte hastaneye yatışım yapıldı bile. Suni sancı vermeye başladılar. Kızım kapıyı doğum sancıları denilen kasılmalarla çalmaya başlıyordu. Ve ben her çalışında kapıya koşuyordum. Amacım ona yolculuğunda yardımcı olmaya çalışmaktı. Sakin kalmalı onun gelişine odaklanmalıydım. Kapı tıkırdatmaları artık yerini yavaş yavaş gümletmelere bırakıyordu. Evet evet o da bana kavuşmak için sabırsızlanıyordu. Bildiğin zorluyordu. Baya yüklenmişti. Anne açsana kapıyı diyordu adeta. En sonunda birlikte e haydi yeter artık dedik ve buluşma...

İşte ancak kendi doğumunuzdan sonra yerini doldurabileceğiniz bir hisle kavuşma. Daha önce hiç ama hiç bir misafirin tattırmadığı olağanüstü bir tatla “Merhaba” deyip ağlayarak selamlamıştı. HOS mu GELMİŞTİ? Yo yo ...Hophosgelmisti, cangelmisti, balgelmisti... sanırım annemin yüzündeki o tuhaf gülümseme ile eşdeğer bir gülümseme yayılmıştı yüzüme. Yoktu böyle bir şey. Ya da vardı. Ya da gerçek değildi. Ya da öyleydi. Kızımmm... bir dakika bir dakika... o benim kızımsa ben de onun annesi olmalıydım. Anne? O sıcacık vücudu hissedip sarılınca mı? Sanırım o an yeryüzü ile tek bağlantım dışarıdan baktığında orada görülen bedenimdi. Nerede miydim? Bulutların ustu? Iii-iii. Gökyüzü? Değil. Düşler ülkesi? Yok yok. O kadar da gerçek.


Adlandırmakta ve benzetmede güçlük yaşıyordum. O kapı çalışlarına, zorlamalarına, en sonunda e kime diyorum aç artık su kapıyı dedirten sancıların hepsine değermiş. Sancı mi? Sancı neydi? Sancı onun kapı ziliydi o kadar. Sonrasında zorlayışları sırasındaki hasarlar da zamanda tamir edilecek, iyileşecekti. Kızım gelirken azıcık ortalığı dağıtmıştı ama olsun toparlanacaktı -ki toparlandı. Neyse misafirim ayakta kaldı. O kadar yoldan gelmişti. Ben gibi yorulmuştu haliyle. Bu güzel kavuşmanın şerefine ikimiz de dinlemeyi hakketmiştik. Dinlenmeliydik, sızmışız. Sabah gözümü açtığımda kızımla ilk güneşe uyandığımızda bir an inanmakta güçlük çektim. O minnacik şey karşımda duruyordu. Gerçekliğinden emin olmak için gözümü tekrar kapatıp açtım. Gitmemişti. Yerinde ışıl ışıl duruyordu. Yanına yaklaşınca o buram buram annelik kokusu burnuma gelmeye başlamıştı. Her yanımı sarmıştı. Yüreğime müreğime her bir yanıma bulaşmıştı.

İlginç bir şekilde içime sığdıramıyordum. Durup durup gözlerimden sızıyor, dışarı taşıyordu, tutmaya da çalışmadım zaten. Bıraktım aktı. Anneselleşmeye başlamıştım. Aradan 5 ay geçti. Hani limonun bırakın adını söylemeyi adını bile aklınızdan geçirdiğiniz de ağzınız sulanır ya işte aynen öyle. Kucaklaştığımız o essiz anları hatırlayınca benim de yüreğim sulanıyor. Büyük bir aşkla tatlı tatlı o zamanları dün gibi anımsıyorum.

8 Mayıs 2018 Salı

Bir garip ilişkiler...

İnsanlar ne zaman bir ilişkiye son verir? İlla sevgili ya da evli olma halinin sona ermesinden bahsetmiyorum. Her hangi bir ilişki için. Cevap veriyorum, aslında sıklıkla çatışmaya başlayıp birbirini hoş görememeye başladığın zaman. Ama asla böyle olmaz o ilişki lastik gibi süner de süner. Karşılıklı herkes birbirinden şikayet eder, kendi içinde birbirini suçlar, suçladıkça daha da çıkmaza girer ve bir tak noktası olur. İşte o zaman zaten duygusal olarak kopmaya başlayan ilişki fiziksel olarak da sonlanmaya başlar. Herkes kendindekini görür ama karşı taraftakini daha iyi görür, zaten kişi kendi olduğundan ve kendi doğruları karşı tarafınkiyle artık ortak nokta bulamamayacasına çatıştığından ipler gerilir. Zaten o noktadan sonra da kimse kimsenin özel durumu var mıymış, aslında zor bir zamandamıymış diye maalesef ki önemsemez. Kırgınlıklar, anlayamamaklar, anlaşılmadığını düşünmeler başlar ki bu da ne yazık ki tam olarak sona yaklaşıldığının belgesidir.  En güçlü arkadaşlıklar, hiç bitmeyecek dedikleriniz, hiç gitmeyecek sandıklarınız hayatınızdan yavaş yavaş çekilir, üstelik bunu sadece onlar yapmazlar siz de dur demek istemezsiniz ve bırakırsınız. 

Hayatınızda olanların, hayatınızda kalıp kalmayacaklarının en üzücü göstergelerinden biri de sadece en zor günlerinizde değil aynı zamanda en mutlu anlarınızda da ne kadar yanınızda olduğu oluyor maalesef. Mutlu anlarınızı ne kadar paylaşabildiğiniz, sevincinize ne kadar ortak olabildikleri gibi şeyler. Sizin ne kadar sinir bozucu olduğunuzu yüzünüze söyleyebilenler, hata yaptığınızda amasız özür dileyebildikleriniz, bazen neden yaptığınızı anlatma gereği duymadıklarınız, bağır çağır kavga edebildikleriniz, ağladığınızda sebep sormadan bilebilenler muhtemelen hep hayatınızda olacaklar.  Karşılıklı olarak birbirinizin güvenli sularında yüzdüğünüz ilişkiler arkadaşlıkların süresi bana kalırsa hep limitli. Dur onu demeyeyim alınır, böyle söylemeyeyim kırılır, bozulmasın arayayım dediğimiz ilişkilerin çok da gerçek olduğunu düşünmüyorum. Burada söylemek istediğim bilerek kırıp edelip, hassas noklarını bildiğimiz halde gidip oralarına dokunabiliriz değil elbette, sadece böyle bu tarz tedirginlik yaşayan ilişkilerin uzun soluklu olamayacağı kanısındayım. 

Aldığım en büyük eleştirilerden biri olan keskin çizgilerimi kabul ediyorum artık hatta onları sevdiğimi bile söyleyebilirim, insanın bazı keskin çizgilerinin olması gerektiğini de savunuyorum ayrıca. Hatta daha ileri giderek birkaç tane bile olsa keskin çizgisi yoksa insanın, ben bunu çok anlaşılır bulmuyorum. Sevmediği hiçbir şey yokmuş gibi davranan insanların sevgilerini de ilgilerini de gerçek gelmiyor bana ne yazık ki. Mühim olan hep sevmek ya da her anlatılana onay vermek değil ki bazen de sevmediğini, istemediğini söyleyebilmek, bence yanlış bu, hatalısın diyebilmek, bu yakınlığı hissedebilmek. O zaman kızgınlığının altındaki gülümseme ortaya çıkabiliyor ancak :) 

Yoksa zaten bin bir çeşit insanla ↓↓ kimsenin uğraşacak hali yok ki, açıyor gülleri birinin, çalıyor zili birinin, kimi hep muzır işlere bayılır, kimi her gün bunalım takılır, kimi kimi densiz kimi denli :) Yaaaa :)