Sayfalar

27 Aralık 2017 Çarşamba

Gelen gideni aratmasın:)


Aralık sonu, yılın bitimi, yeni yılın heyecanı...

Geçen senenin bu zamanında yapılan yeni planlar, kendi kendine verilen yeni sözler ve alınan yeni karalara karşılık bir sene sonunda yapılamayanların, tutulamayan sözleri, vazgeçilen kararların ve elbette yaptıklarımızın, hayatımıza katılanların ve elbette kaybettiklerimizin muhakemesi. İşte o ay geldi :) Yılın son ayı olan, geçirdiğimiz tüm kötü günleri bu yılda bırakacağımızı dileyeceğimiz veya yılımız süper geçtiyse en az bu kadar güzelini umacağımız, ama ne dilersek dileyelim sonunda mutlaka ne olursa olsun sevdiklerimiz yanımızda olsun, sağlığımız yerinde olsun diyeceğimiz o ay geldi :)

Geçen seneye baktığımda kendimi yalnız hissettiğim, güçlü hissettiğim, beceriksiz hissettiğim ve yeniliğe açık hisssettiğim anlar, çok kızdığım, çok üzüldüğüm, inanılmaz çok güldüğüm, kahkahalarımın yankılandığı anılar, her şeyin benle ilgili olmadığını ,insanların bazı davranışlarının bazen geçmiş yaşantılarıyla da ilgili olabildiğini öğrendiğim kabul edişlerim oldu. Topu topu bir yıla  sığdırdıklarıma baktığımda kocaman bir AFERİN diyorum kendime. 

Koca bir aferin alarak yola devam ederken, yine bu seneki dileklerim geçen seneden farklı değil elbette, geçen sene hoş gel 2017 demişim, bu sene 2017 yi biraz daha büyümüş, daha fazla deneyim edinmiş, yeni şeyler denemiş, yeni adımlar atmış, hayatıma girenlerle ve hayatımdan çıkanlarla geriye baktığımda gülümsemeyle uğurlarken, 2018'den  yine en çok sağlık diliyorum. Bol gülümseme,gülümsemeyi, mutluluğu değerli kılacak ama bıktırmayacak kadar üzüntü de kabulüm :) 

Geçen yıldan beklediklerimin hepsi tamam mıydı, büyük oranla, eksik var mıydı, elbette. O nedenle geçen yıl nasıl geçmiş olursa olsun önümüzdeki yıla dair dileklerim, planlarım ve elbette bitmeyen umutlarım var. Her yeni şeyin olduğu gibi yeni bir yılın da hakkettiği gibi umutla ve heyecanla karşılanmasına inandığımdan öyle bekliyorum 2018 seni. 

Hazırım artık gelebilirsin :) Belki çok sevdiklerimi benden kilometrelerce uzaklara götüreceksin bu sene, belki dibimde oturanlarla yakın olmalarına rağmen çok az görüşmeme sebep olacaksın bu sene ya da belki hep hayatımda olmasını istediklerimi çıkaracaksın hayatımdan, istemediğim üzüntüleri, hiç beklemediğim haksızlıkları ve hayal kırıklarını yaşatacaksın bana ya da daha da kötüsü belki şimdiye kadar hiç canımın yanmadığı kadar yakacaksın canımı ama yine de heyecanla bekliyorum seni. Çünkü ben büyün bunların senin suçun olmadığını bilecek kadar büyüdüm artık :) 

Hayatımdaki güzel insanlara, koşulsuz yanımda duranlara, koşulsuz yanında olduklarıma, çok sevdiklerime, sevmeme rağmen yine de çok kızdıklarıma, acı-tatlı bana bir şeyler öğretenlere,sevgimi artıranlara, canlarıma ve canı olduklarıma kaldıracağım ben kadehimi yılın son gecesinde. 

Hepinize iyi yıllar, gelen seneniz gideni aratmasın :) 



8 Aralık 2017 Cuma

Kesin bana çekmiş, umarım ben de anneme :)

Kız halaya çeker derlermiş eskiler, oradan yakalar mıyım acaba dedim yok olmuyor. Halası şu anda yer yüzünün en sade giyinen insanı olabilir :)  Hadi diyelim ki kız anaya çeker diye değiştireyim dedim buradan yürümem de asla mümkün değil diye düşünürken aklıma bir halim geldi, bence bu açıdan bir benzerlik söz konusu.

Yıllardan 1994 kardeşlerimin sünnet düğünü var, inanılmaz heyecanlıyım bana ne oluyorsa di mi, ama öyle değil işte ben de prenses elbisesi giyeceğim. Öyle küçük falan da değilim 5.sınıfı bitirmişim ama yine tüllü kabarık bir elbise hayalim. Çok haklıydım çünkü kardeşlerim sünnet oluyordu, düğünümüz vardı 😁😁 Alışveriş yapmaya İstanbul'a gittik, onlara pelerinler falan bana da elbette prenses elbisesi baktık hatta bir tane denedim de ama bedeni olmamıştı. Annem, şu anda bile Arya'ya gözüm kapalı giydirmeyi tercih edebileceğim kadar güzel bir takım almıştı bana, yaşıma uygun ve inanılmaz güzel ama elbette o zaman öyle düşünmüyordum. Çünkü o elbisenin tülü falan yoktu, nasıl olur ben sünnet çocuğu hatta çocukları ablasıydım ve prenses olmalıydım en kabarık eteklisinden ve mutlaka tülleri olmalıydı 💃

O zamanlar biri benim bu feryadıma ses vermiş ve haklı bulmuştu gidip bana tülü bir elbise diktirmeyi teklif etmesi de cabası olmuştu. Annemler de madem istiyorsun diyerek bana bırakmışlardı. Kaçırılmayacak fırsat benim için ve olleeeey tüllü elbisem olacaktı. Olmuştu da:)  Hem de kırmızı en sevdiğim renk hem de tüllü :) ta taaaa işte o düğünde ben 👇👇👇 



Hayat böyle işte ne çektirdiysen çekiyorsun gibi bir döngüsü var, sanırım bu konuda ben de anneciğime çok çektirmişim ki zamanında, başımda tüllü etek ve illa da her gün elbise diyen, dolabının karşısında 20 dakika geçiren, her gün eve gelince tüllü elbisesini her ne pahasına olursa olsun üstüne giyen bir kızım var hem de benim giyip tarzıma ve giyinme hızıma rağmen demek istiyorum ama işte ben de zaten o elbiseyi anneme rağmen beğenip istemiştim, hani onu bırakın ya şu düğünde giydiğimi 👆👆 Mesele bizde de bir süredir elbise, uyumaya varacak kadar üstelik, pijama üstüne giyilecek kadar üstelik ve sarılıp yatmayı teklif edecek kadar elbette. Ben de oluruna bıraktım.

Her zaman komik seçimleri olduğunu söylemiyorum ama bazen çok net olmazı oldurmaya çalışıp anne bana bırak demeye başlamıştı ve her sabah hangi elbiseyi giyeyim diye uyanıp, o tüllü elbiseyi bugünde mi giyemem diyordu. Ben de o noktadan sonra hiç bir sabah çıkarken ne giyeceğine karışamadım, elbette mevsim koşullarına göre kilotlu çorap ve fermuarlı üst takviyesiyle...  Kimi zaman elbisenin üstüne etek giydi hatta kış ortasında kolsuz t-shirt ile 👈👈 Diğerlerini ya gülmekten çekememişim aklıma gelmemiş ya da bir şekilde silmişim ama bunun gibi onlarca örnek var gerçekten.


Arada tekliflerimi kabul etti en azından kırmayıp 👇👇👇:) Bazen de azıcık onun istediği oldu azıcık benim teklifim, ama öyle ya da böyle özellikle son iki haftadır her gün etek ya da elbiseyle gitti okula, parka, evin içinde oyuna:)  Bütün giyinmeleri sonrasında kendine aynada bakıp çok da beğendi ayrıca. Akşam yemeklerini bölüp ben bir giyinip geleyim dedi ve inanılmaz çok sevindi giydiklerine :) 




    

Neyse  kız halaya çeker mi bilmiyorum ama çekse de sıkıntı değil kendisini fazlaca severim çünkü ama iş öyle olmuyor:) Kimsenin kimseye çektiği yok elbette, özeniyor, yapmaya çalışıyor önündeki modelleri çünkü onlar sevdikleri ya da birinden görüyor denemek istiyor onu da ama kendisine bırakırsanız hem tarzını hem de çok genel öğretiler dışındaki tüm özelliklerini kendine özgü bir hale getiriyor insan. Ben kararlarına saygı duyulan ve söz hakkım olan bir ailede büyüdüm, bunun bir zararını da görmedim büyüdüğümde, bunun doğruluğunu savunuyorum elbette şimdi de. 

Kıyafet işin küçük tatlı bir parçası ama zamanında annemin bana bıraktığı gibi her şeyi ben de bu bıdığa bırakıyorum tercihlerini mümkün mertebe :) Daha büyük tercihleri olduğunda da bu kadar cesur davranabilecek miyim bilmiyorum, şimdi söylediğim kadar sen bilirsin diyebilecek miyim imasız olanından ama, çek de gör anlamına getirmeden. İnsan görmediğini yapar mı onu da bilmiyorum sadece yapmayacağımı ümit ediyorum. Sen bilirsin demek sadece ne biliyorsan onu yap demek değil, sen doğru olanı, kendin için doğru olanı bilirsin o nedenle sana bırakıyorum kararı demek. Sen bilirsin derken, şunu hissetmek hep iyi gelmiştir bana, "hata yapmış olursan ben burada yine sana sarılacağım, birlikte düzelteceğiz düzeltemezsek de acına ortak olacağım". 

O nedenle ben de en içten şekilde söylemek istiyorum fındığım sana "SEN BİLİRSİN"  

1 Aralık 2017 Cuma

Gidenlerden sonra kalanlar

Eğer çok sevdiğiniz birini kaybettiyseniz, başkalarının kayıplarıyla kabuk bağlayan yaranız tırnakla yeniden kalkmaya başlar, kah kanar, kah sadece can yakar kırmızı bir iz olur. Ama her defasında iyileşmesi biraz daha gecikir. Eğer çok sevdiğiniz birini kaybettiyseniz artık başkalarının kayıplarında, onları aslında asla ve hiç bir zaman yaşamadan anlayamayacağınızı bilir ve asla kurulamayacak olan o empatiyi kurmaya çalışmazsınız buna gerek olmaz siz bizzat o deneyimi yeniden yaşarsınız. 

Kayıplar dışarıdan bakıldığında yani eğer hayatınız kaybeden kişi sizin yakınınız değilse insanda hep şu duyguyu uyandırır, ya da benim için öyleydi. Hayat çok kısa, şu kafaya taktığımız şeylere bak, bundan sonra daha farklı yaklaşacağım olaylara :) Bu cümlelerden yaklaşık 1 saat sonra hadi çok hassas olanlar için 1 gün olsun herkes normal hayatına döner, dert edinecek yeni şeyler bulur ve maalesef o yaşananları unutur, çünkü hayatın ta kendisi böyle sanırım. 



İşin öbür tarafındaysanız da yani siz kaybettiyseniz yakınınızı elbette tarifi mümkün olmayan bir acı yaşarsınız, hayat bir anda yerin dibine girsin istersiniz, tutunacak bir şey kalmadı derseniz, elinizdekiler daha sıkı tutunursunuz, çok üzülürsünüz, anılarla çok gülersiniz, bazı anları gözünüzün önünden silemezsiniz, bazı anları gözünüzün önüne getiremezsiniz, sesleri hafızada tutmaya çalışırsınız, yüzlerin hatırlamak istediğiniz andakilerini göz önüne getirmeye çalışırsınız ama tüm bunların yanında ne kadar garip ki hayata devam edersiniz. Dalgalanırsınız, kayalara çarparsınız ya da hatta bazen o dalganın altında kalırsınız ama yine de devam edersiniz. Ve ne kadar komiktir ki bunun tek nedeniz vardır, o da "çünkü hayat böyle bir şey"  :) 

Gidenlerden sonra kalanlar yarım devam eder hayatlarına, soruları çoktur cevap alabilecekleri yoktur. Mutlulukları yarımdır, üzüntüleri çoktur ama paylaşımları yarımdır. Şimdiye kadar hiç danışma gereği duymadıkları konularda birden danışma gereği duyarlar ama ne acı ki tam da ihtiyacı olan kişi yoktur. O önceden bir saatte unuttukları, arada aklına gelen anları ömür boyu yaşamaya başlarlar dolayısıyla hayatlarında elbette köklü değişimler olur. 

"Değişim için güzel sebepler çıksın karşınıza" gibi süper bir cümle kurmak isterken gülümsüyorum. Güzel anlar bizde hep daha güzeli yaşamak için istek uyandırırken, ne kadar acı bakış açımızı değiştirmek için üzüntülere ihtiyaç duymamız. Güzel sebeplere....

30 Kasım 2017 Perşembe

Erkekler vs Kadınlar V1

Ben hiç çocuğunun doğum günü geliyor diye ne yapsak diyen bir baba görmedim ya da öğretmenler günü geliyor ya da veli katılımı var nasıl planlasak  diyen de ya siz?

Böyle yazınca ilgisiz baba figürü geliyor belki de akla ama benim öyle gelmiyor. Yine de buna rağmen bu görevlerin neden annelerin olduğunu anlayamıyorum. Ben de sordum Özgür'e ama henüz cevap gelmedi, yani geldi de ben yazılı bir cevap bekliyorum böyle buraya ekleyebileceğim. Konuşurken bunların bir önemi olmadığı için gibi çok beklediğim bir cevap aldım. O zaman yeni sorum şu ben hiç çocuğun çorabı bitmiş, alt kıyafeti kalmamış falan diyen baba da görmedim. Bunu da dert eden grup anneler, e bakarsan bu önemsiz de değil.

Hafta sonu çok can arkadaşlar geldi uzun süre konuştuk ve sonucunda erkek olmanın, evde istediği kadar aktif rol alıyor olursa olsun her zaman daha kolay olduğuna karar verdik (özellikle kadınlar olarak biz :)). İstediğiniz kadar evde her şeyi ortak yapın ki normalde her evde bunun böyle olmadığını da biliyorum her zaman kadının üstündeki yük, düşünmesi gereken, aklını kurcalayan şey daha fazla. İstediği kadar erkekler "siz önemsiz şeyleri kafanıza takıyorsunuz, dert olmayanı dert ediniyorsunuz" diyecek ya da düşünecek olurlarsa olsunlar asla kabul ettiremezler. Üstelik evdeki her işi ortak yapıyor olmamıza rağmen bunu bana kabul ettiremezler. Misal Özgür yaptığımız konuşmada en son ne zaman evi temizledin dedi ki son derece haklıydı ancak benim dediğim böyle ev temizleme mevzusu falan değil. Ben zaten ev işlerinde yardım diye bir şeyi kabul etmediğim için bunu o kategoriye alamıyorum. Kim hangi işi yapmak için uygunsa o işi o yapar ve bu konuşulacak bir mevzu da değildir bize göre. Benim söylediklerim sanırım fiziksel işler değil. Misal doğum günü yaklaşan çocuğa, doğum günü yapılacak mı? Yapılacaksa ayarlamaları kim yapıyor elbette anne, çünkü baba için yapılmasa da olurmuş, çünkü sanki anne kendine yapıyormuş o doğum gününü :) yapılmayacak da küçük bir kutlama olacaksa neler olacak, pastasını nereye yaptırılacak, çocuğa kıyafet alınacak mı gibi gibi detaylar. Az evvel de yazdığım gibi işin fiziksel kısmını herkes yapar bana kalırsa git şuradan şunu al dersen kimseye iş olmaz ama işin o üretme kısmında anneler yalnızlar. Bunun yorucu oluyor olmasının en net örneği annelerimizin bizlere zamanında "yemekte ne yapacağımı söyleyin hemen yapayım, yemek yapması iş değil de bulması zor" gibi cümleleri. Tekrar ediyorum işte bu bulma mevzuları hep annelerde. 

Bu durumun iki net sebebi var. Bizlere kalırsa erkeklere bıraktığımızda ürün ortaya çıkmıyor, çıkamıyor olağanca erteleniyor. Bir de çok net bir şekilde erkekler tarafından sen yapıyorsun zaten algısı var ki dün yaptığımız konuşmada pat diye ağızdan çıktı di mi Özgürcüüüm :) 

Verdiğim örnekler babalık özelinde olsa da bunu erkeklerin tüm hayatına genelleyebilirsiniz bana kalırsa :)  Erkekler sorunları daha az kafaya takıyor olabilirler, ama eğer kafaya takılacak mevzu ya da ne olsun diye düşünülecek mevzu kişi dışındakileri de etkiliyorsa bu "ben kafama takmıyorum, bunlar benim için önemsiz" den öteye gidiyor. De ki anneler üstüne alıp yaptığı için babalar yapmıyor ya da de ki erkeklerin doğası bu her iki durumda da gerçek aynı. Erkek olmak kolay dahası yok :)





Öperim Özgür, cevabını ha bu tipteki yüz ifadesiyle hasretle bekliyorum... 
Not: Özgür'ün yegane yandaşları kardeşlerim sizleri de öperim :) 


27 Kasım 2017 Pazartesi

Elbette bazen çiçek açıp bazen solacağız...

Hayat ne garip bir alıyor, bir veriyor; bir sevindiriyor bir üzüyor; bir güldürüyor, bir ağlatıyor daha da garibi bazen aynı anda yaşatıyor bu duyguları en azından benim için öyle. Annem, babam, Arya'nın doğuşu  duygularımı karman çorman etti. Ben ki iki özel gün denk gelsin bile istemem böyle olunca iyice karıştım :)

Annemleri kaybettiğimden beri sıklıkla duyduğum cümlelerden  "amaaan benimki de dert mi, daha başka ne dertler var, evet biliyorum küçük bir sıkıntı ama üzülüyorum, sana da bunları anlatmam ne kadar anlamsız, biliyorum senin için çok küçük dertler" vs vs.

Hiç birinin art niyetli yapıldığını düşünmüyorum kesinlikle, her ne kadar uzun uzun anlatsam da yine de asla ve asla karşı tarafı benim için böyle olmadığına da ikna edemiyorum. Birincisi zaten dert yarıştırmak diye bir şeyin arkadaşlığın içinde yer almaması gereken bir kavram olduğuna inanıyorum. ikincisi ise çok net şunu söyleyebilirim, evet ben çok büyük bir şey yaşadım ve evet telafisi mümkün olmayan bir şey ve yine maalesef evet ki bununla yarışabilecek dert çok ama çok az. İş böyle olunca yani bu açıdan bakınca da kimseyle arkadaşlık yapmamam gerekiyor ya da çok yüzeysel ilişkiler kurarak hayatımı devam ettirmem gerekiyor. Ee bakıldığında bu da mümkün değil, ayrıca bana bu hal de iyi gelmiyor. 

Geçen gece bir arkadaşımla da aynı şeyi konuştuk uzunca, hassasiyet güzel elbette ama benim yaşadıklarımın bir çözümü yok ve insanların sırf bu yüzden bana hiç bir şey anlatmamaları cidden beni daha iyi hissettirmiyor. Öyle durumda sanki ben karşı tarafa bu mesajı veriyormuşum gibi algılıyorum ama aslında bu mevzuyla ilgili düşüncem de bu değil. Yani hiç bir derdin diğerinden daha az olmadığını, her sıkıntının kendi bağlamında önemli olduğunu, sorunların insanları üzme derecelerinin de o kişilerin özellikleriyle, neleri kafaya taktıklarıyla ilgili olduklarını düşünüyorum. Ben bir sıkıntı yaşıyorum diye diğerlerinin üzülmesi, şikayet etmesi ya da mutsuz olması için en az benim yaşadığım kadar bir şey yaşamaları gerektiğini düşünmenin de çok büyük haksızlık olduğunu savunuyorum. Herkes duygularımı yeterince göstermediğimi söylemesine rağmen, en yakınımdaki insanlardan böyle bir dönüş almamış olmam da aslında bununla ilgili. Bu noktada bazen duygu kütü :) gibi görünmemin ardında ise kimsenin acısını, sıkıntısını küçümsemediğim gibi olayları genellikle abartmama eğilimde olmam yatıyor.  Kendi içimde gayet normal ve tutarlı tepkiler verdiğimi düşünüyorum açıkçası (mütevazı davranıyorum aslında burada :)) 

Bütün bunlar neden aklıma geldi de döküldü, çünkü bugün radyoda Candan Erçetin'in bir şarkısına denk geldim ki önceden de çok severdim 👇👇 



Bütün yaralar kapanır mı bilmem en azından benim fikrim bu yönde değil, insan düştüğünde bile iz kalıyorsa onca yaşanandan sonra kalplerde iz kalmaması ne mümkün, kanar bile arada 😞 İş nasıl toparladığında ya da toparlamak için ne yaptığında. Demiştim ya da önce ben genelde yan yoldan ana yola çıkma taraftarıyım, benim yolum bu :)


21 Kasım 2017 Salı

Anneler/babalar vs teyzeler/amcalar


Bu toplumda çocuk büyütmek zor çünkü biz tek başımıza büyütmüyoruz, aileler yetmiyor yan evdeki teyze, bakkaldaki amca herkes çocuk üstünde söz sahibi bizde. Uzmanlık alanımız çocuk büyütmek, herkesin çok sözü var, herkesin paylaşılası şahane tecrübeleri....

Arya, bakıcımızın ayrılmak zorunda kalması, aynı şehirde hiçbir aile büyüğümüzün hatta akrabamızın bulunmaması, benim 4. bakıcıya dert anlatacak gücümün kalmaması gibi sebeplerle 21 aylıkken başladı kreşe.  O zaman bu süreci kotaracağını düşünmeme rağmen elbette endişeliydim ve acaba bir bakıcı daha mı gelseydi, bir sene daha mı evde kalsaydı soruları elbette benim de kafamı kurcaladı ama olmuyor işte o kadar çok değişken var ki bir çocuğun kreşe verilme sürecinde dışarıdan bakıldığında görüldüğü gibi değil. Dışarıdan ister kabul görsün ister görmesin bir kere bu öyle kuru inat falan değil. Anne baba ama elbette anne inat etmiş bana ne ben çocuğumu erken yaşta vereceğim kreşe falan demiş değil. O karara gelene kadar olası bütün yollar denenmiş, düşünülmüş ama hepsi çıkmaz sokak olmuş, tek çıkış kreş olmuş J Sadece kreş konusunda mı elbette hayır, doğduğu andan itibaren her konuda teyzecim, amcacım sormayın bu soruları bize, bak büyüdük biz de büyütüyoruz, sizden az düşünme ihtimalimiz var mı? Gelelim o meşhur cümlelere...

-Bu soğukta ne gerek var çocuğu evden çıkarıyorsun
-Ayy evet o soğukta dışarı çıkarıyorum çocuğu, ben çocuğu zaten hep soğukta da dışarı çıkarırım kreş bir sebep değil yani. Bir de üstü çıplak değil ki mevsim koşullarına göre giydiriyorum çıkarıyorum ne olabilir ki? Bir de ne yapayım işe mi gitmeyeyim ya da gelip bakacak mısın?
-Erkenden kaldırıyorsunuz çocuğu
-Hayır erkenden kaldırmıyorum çocuğumu, o zaten heep çok erken kalkar, ama gerekirse evde yalnız bırakamayacağıma göre kaldırırım da, sonuçta erken kalkar yol alır J Evet daha çok küçük ama ne yapayım, hayır kimsemiz yok buralarda ama olsaydı da ben yine de belki kreşi tercih edebilirdim, tecrübe etmedim öyle bir deneyimi.
-Ayyy yere oturuyor dur yatma evladım pis olursun…
-Teyzecim bırak otursun yere ben kaldırmıyorum sen niye bir şey söylüyorsun ki, yat kızım yat izin verdim ben.
-Ay bu zamane anneleri çok bilmişler, sanki biz çocuk büyütmedik
-heh bak ne güzel dediniz siz büyüttünüz sıra bizde, hem sizin büyüttüklerinizde neler var onu bilmiyoruz şu anda, bir de biz deneyelim.
-Ama bak başkaları yerken öyle bakıyor yese ne olur ki
-Başkalarıyla aynı şeyi yapmak zorunda değil amcacım, hem zaten inan o yesin ne olacak dediğin şey de günümüzde zehire eşit. Sen yedirdin, başkası da yediriyor olabilir beni ilgilendiren bir durum değil ama bırak en azından benimkine ben karar vereyim.
-Ne kadar da yabani, kimseye gitmiyor
-İşte hep olmasını istediğim bu zaten amcacım, neden gitsin herkese, seni tanımıyor bile.
-Dokunmasın o kediye pistt
-Teyzecim bir şey olmaz dokunsun, sevsin hayvanları en azından korkmasın. Siz böyle yapınca korkulacak bir şey sanacak hiç yaklaşmayacak.
-Sen vurma diyorsun ama biri ona vurduğunda kendini savunsun
-Hayır efendim savunmasın, en azından sizin söylediğiniz şekilde asla savunmasın. Hiçbir koşulda vurmanın bir yol olduğunu öğrenmesin. Böyle bir durumda ortada öğrenilecek bir şey varsa o da vurmamak.
-Ama ağlıyor
-Ama ağlar teyzecim, çocuk dediğin ağlar. Uykusu gelir ağlar, uyumak istemez ağlar, acıkır ağlar, gazı olur ağlar ve elbette istediği yapılmadığında da ağlar. Mekanizmaları böyle. O nedenle sen ağladığında istediğini yaparsan benim yapmadığım zamanlarda daha çok ağlar, sen ağlayan bir çocuk görürsen yanında anne babası varsa bakmadan geç yanlarından.

-Ayağında çorap, üstünde yelek yok
-Yok teyzem napayım, yelek giydirme alışkanlığım yok, bakarsan çorapsız da gezemem ben, ona da giydiriyordum ama çıkarıyor ben de pes ettim artık giydirmiyorum.


He bu arada üstü açık yatıyor bir de ama onu göremiyorsunuz ya söyleyemezsiniz diye ben ekleyeyim dedim J

Not: Benden şimdilik bu kadar, her gün güncelenebilir hatta sizden gelenlerle genişletebilirim J



7 Kasım 2017 Salı

Dert sende de derman bende değil...

Değişim şahane birşey değil mi? Misal ben gittim geçen saçlarımı kestirdim böyle başka bir yenilik bambaşka bir enerji geldi yalan değil:) Ama burada saç kesiminden sonra kendimi ne kadar da şahane hissettiğimi falan anlatmayacağım :) çünkü kastettiğim değişim bu değil elbette. Sonbaharın kasveti mi çöktü tepeme bilmem, içimde öyle bir kara bulut  ve buluttan nem kapma hali mevcuttu saç kesimiyle birlikte bitti gitti falan da yazmayacağım :) Hatta sonra halbuki ne kadar güzel sapsarı ağaçlar dolu yollardan geçmek ve yaprak hışırtısı duymak şeklinde de devam etmeyeceğim çünkü bu kadar romantiklik bana fazla:)

Keşke yazıya bu kadar romantik devam edebilsem ama olmuyor o kadar da tıkanıyorum işte ben de:) Gerçi bu aralar genel bir tıkanıklık hali mevcut bende. Hem herşey yolundaymış hem herşey raydan çıkmış gibi. Hem çok sevgim varmış hem hiç sevgim kalmamış gibi, hem çok mutluymuş hem de yay kadar gerginmişim gibi 😂 Sonbaharla birlikte hem hava rahatsız ediyor beni hem de sonbahardan bunaldığını düşündüğüm insanlar. Bir dakika şikayet etmeseler sanki o an yok olacaklarmış gibi durmaksızın şikayet eden ve asla nasıl mutlu oluruma kafa yormayan insanlar. Hem hayatlarında güzel şeyler olsun isteyip, dileyip, olanları bir türlü görmeyen, kazayla güzel şeylerin farkına varırım diye gözlerini sıkıca kapatan insanlar... Hayatta dengelerin bozulduğu anlar vardır elbette ben de sıkça yaşarım bunu ama bu süreklilik arz ettiğinde artık etraftaki tüm iyi enerjiyi sömürmeye başlıyor ki o durum inanın hiç katlanılası değil. 

Geçen hafta sonlarından birinde duygusal ama bir o kadar da eğlenceli bir akşam geçirdim. İnanın bir ara acaba eğlenmemem, şöyle bir sessiz durup düşüncelere mi dalmam gerekiyor diye düşündüm ama beceremedim. Başka bir yazıda da yazmıştım ya ben o mutluluk halini çok seviyorum, en uzun kalmayı becerdiğim duygu bu. Aman de ne kadar muhteşem bir hayatım var ne kadar mutluyum hem de hep eğleniyorum gibi değil mi? Hatta hiç derdim tasam yokmuş gibi de belki😉 O kısmı da öyle değil ama genel tarzım iyi hissettirmeyen bir duyguya takılıp kalmamak, iyi gelenlerde uzun kalmak yönünde. Bunu ister duygu diyin ister insan. İkisi de aynı benim için.Bu demek değil ki duygularımı es geçiyorum, inanın geçmiyorum hatta fazlaca duygularımın farkındayım ve üstüne kafa yoruyorum. Hatta bazen çok farkında olduğumdan fazla yaşamadığımı düşünüyorum. Arkadaşım okuduğu bir kitapta bu şekilde bir not almış, valla ondan sonra aydınlanma yaşadım😄 



Gerçekten benim tahammülümün azaldığı en temel şeylerden biriymiş bu şikayet mevzusu. Şikayet edecek şey arayan her yerde bulur, sorun arayan da. He diyebilirsiniz ki sen etmezsen etme milletten sana ne, evet kimsenin ömrünü tüketmedikçe aynen öyle :) Ama unutmamak lazım herkes bir şeylerle uğraşıyor, çoğumuz zaten o enerjimizi uğraşa uğraşa artırıyoruz. O nedenle o başta bahsettiğim değişim rüzgarına bu anlamda bence herkes katılabilir, inanın geç değil :) 

Birde Özgür bir yerde okumuş ve bana söylemişti çoook yıllar önce, çözüm yoksa şikayet etmenin anlamı yok, çözüm varsa şikayet etmeye gerek yok 😛 Heh öyle işte 😛





2 Kasım 2017 Perşembe

Bekleme, söyle

Manyak Anne kitabına başladım ve bir gün bile geçmeden bitirdim, öylesine sürükleyici :) Ama bu yazının ne konusu o kitap ne de amacı kitap tanıtmak. O kitapla birlikte ben yaşamadığım, yaşamaya fırsat bulamadığım bir sürü duyguyla tekrar yüzleştim. Teee 3 sene öncesine işte tam da şu zamanlara gittim ↓↓



Yazının konusu dışı olan o kadar çok duygu var ki o günde ve bir o kadar da anı ve elbette benim tekrar tekrar aynı günü ama birebir aynı günü yani tam da aynı günü yaşamak için bitmez isteğim, özlemim... Neyse o gün başka bir hayatın başlangıcıymış, artık lohusaymışım, yersen :)

Lohusalık zor, zormuş yani ben fark etmemişim, yaşamak için fırsatım olmamış çünkü bambaşka dertlerim varmış. Biraz da kişiliğimin getirdiklerinden, iyice ben kendim yaparım demişim, dedim yani. Şikayetçi miyim asla ama bugün olsa başka davranırdım dediğim şeyler var. Mesela daha çok yardım isterdim, kimse ihtiyacım olduğunu anlasın diye beklemezdim. Bunu anlamak kimsenin görevi değil elbette ama ben arkadaşlığın, akrabalığın ya da genel olarak yakın olmanın bir getirisi olarak düşündüm bunu hep. Hem anne babamı kaybettiğimde hem de kızımı doğurduğumda dahası bunları çok iç içe yaşadığımda bunun anlaşılmasını beklemek çok da absürt gelmedi ama şu anda öyle düşünmüyorum. Bugün olsa hala aynı şeyleri bekler miydim evet ama bundan 4-5 ay öncesi kadar öfkelenir miydim, hayır. Çünkü bazen insanlar nasıl yanında olacağını bilemeyebiliyorlarmış, bu duyguya kapılmak istemeyebilirmiş dahası o an yanında olmak bile istemeyebilirmiş, ben artık bunu kabul ediyorum. Gelmesini beklemek yerine ihtiyacım var gel/yap demek, sormasını beklemek yerine ihtiyacım var deyip anlatmak sonradan patlamaktan çok daha iyiymiş onu da çokça tecrübe ettim sanırım. Çünkü eğer söylemezseniz dışarıdan bakıldığında sizdeki görüntü "her şey yolunda, şimdi dahil olup da acılarını depreştirmeyelim" oluyormuş ya da belki de biz de depreşmeyelim :)

Kızgın mıyım artık değilim ama sanırım hala bazı kırgınlıklarım var. Konuşmak istediklerimle konuşup hallettiklerim, hiç konuşmak istemediklerim ya da konuşmak isteyip de boğazım düğümlendiği için konusunu bile açamadıklarım var. Bunu şimdiye kadar neden tuttum bilmemekle birlikte yazamadıklarım varmış ve günü bugünmüş. Güçlü olma ya da mutlu olma mevzusu değil bu bu duyguları yaşamak ne güçlü olmaya ne de mutlu olmaya engel çünkü. Konuşmak da ne güçsüz kaldığının ne de mutsuz olduğunun göstergesi. Siz konuşmuyorsunuz diye üzüntünüz geçmiyormuş, o üzüntü mutlu olmaya engel de değişmiş ama. Hayatınıza devam ediyorsunuz diye üzüntünüz geçmiyormuş ama üzüldünüz için hayat da durmuyormuş. En azından benim için böyleymiş.  

Ne özlem bitiyor, ne kırgınlıklar, ne öfkeler ne de kızgınlıklar. Bir tek benim için değil elbet herkes için böyle bu durum. Ben işi bir aşama öteye taşıdım artık, tüm duygularımı kabul ettim ve mümkün mertebe hepsiyle tek tek yüzleştim. Ne hayatımı durdurdum ne de eskisi gibi devam edebildim. Zaten bunca duygu arasında mümkün değil ikisi de. Hafta sonu fark ettiğim bir şey sanırım benim en uzun süre, böyle bildiğin uzun uzun içinde kalabildiğim tek duygu mutluluk. Bu şekilde dengede kalmak bana daha kolay. 

Zaten herkes bir yolunu bulmuyor mu? Tüm duygular hoş gelsin, kabulüm ama benim de yolum bu :)

26 Ekim 2017 Perşembe

Önce elbette ben

Ağlaması, gülmesi, duygu sömürmesi, inat etmesi ama en çok da çok sevmesiyle geçiyor seneler. Her yaşta yeni zorluklar ama zorluklardan daha çok güzellikleri heyecanlar oluyor. Elbette 2,83 yaşında olan bu bebe için bu sıralar gündem "önce ben":)

Hepimiz çocuklarımızın bazı davranışları öğrenmesini istiyoruz sanırım. Bazen birbirimizin yaptıklarını saçma da bulduğumuz oluyordur ki benim oluyor J Herkesin istekleri ya da öğretmeye çalıştıkları da birbirinden bambaşka ve aslında buraya kadar hiçbir sorun yok. Aslında sıkıntı, bilerek isteyerek sabote edilmeye başlandığında oluyor.




Yaşından dolayı sanırım bu sıra en çok duyduğum cümle “önce ben/biz”. Yaşından olduğunu düşünüyorum çünkü evde böyle bir yarış ortamı hiç olmadı, konu ne olursa olsun. Bir tek önce yapmak da değil mevzu her şeyi üstüne alınma "o benimle oynamıyooor" mesela :) ama vurgu şunu anlatıyor aslında "benimle diyorum benimle, benimle oynamıyor" 😂 Hal böyle olunca ben de fırsatını bulduğum her an her zaman "önce ben" olamayacağını örneklendirmeye çalışıyorum. Misal bugün site servisi geldikten sonra Arya dönüp bekleyenlere "önce biz" dediğinde de öyle yaptım. Bizden önce gelen kişiyi gösterip ondan sonra bineceğimizi söyledim. Kabul de gördü söylediğim. Buraya kadar bir sorun yoktu zaten. Önce sırası bizden önce olan amca “tamam sen benden önce bin” dedi. Bu çok anlaşılır bir davranış biliyorum, çocuklara böyle davranılır hatta ben olsam da belki şimdi değil ama önceden aynen böyle yapardım.  Sonra Arya bizden sonra gelenleri göstererek bizden sonra da onlar binecek çünkü sonra geldiler dedi, işte işler burada tökezledi. Çünkü gerçekten bizden sonra gelen kişi “hayır ben senden önce binceem” dedi ve benim anlatmaya çalıştığımı yıktı geçti. Aslında böyle davranmaması için büyük olması yeterliydi ama anne olması işi daha kritik hale getirdi benim için. Neyse ki mevzu uzamadı ve biz sıramızda bindik servise J



Genelde kolay çözülüyor ama bu çocuk daha 3 bile değil, dolayısıyla inat hali yapışıp kalabiliyor bazen üzerine. Öyle durumlarda da genelde konuyu uzatmamaya ve en kestirmeden olduğu gibi kapatmaya çalışıyorum, sonra tekrar konuşulmak üzere. Genelde diyorum çünkü ben de yorgun oluyorum ve bazen benim de sınırlarım esnek olmayabiliyor. Çocukların yaşı gereği inat dönemine girdiği gerçek ama onun dışında inatlaşmanın öğrenildiğini de düşünüyorum yani en azından pekiştirildiğini. O nedenle de baş edemediğim durumlarda konuyu kapatmak daha mantıklı geliyor bana. Ama anlattığımdan da görüldüğü gibi bazen sizin kapatmış ve uzatmıyor olmanız bir anlam ifade etmiyor olabilir. 

Bu noktada kendi adıma beklediğim aslında azıcık empati. Empati kurmak zordur orası kesin ama en azından azıcık çaba sarf edilebilir diye düşünüyorum. Demek istediğim ben ne yapıyorsam etrafımdakiler de onu yapsın değil ama en azından bozmasın değil mi?

4 Ekim 2017 Çarşamba

Tatil 2017 :)

Antalya-Çaycuma-Sinop-Bodrum binmeyen kalmasın  😉 kıştan bahara girerken çok leylek görmüştüm ama öyle böyle değil. Leyleği havada görmedim ama hep tarlalardaydı ve inanılmaz bir görüntüydü 😉Ben de dedim ki kızım Özge leylek gördün ama uçmuyordu kesin bu yaz Eskişehir’desin.

Küçükken bazı şeylerde “baak öyle değil işte” diyebilmek için kendi kendime düzenlemeler yapardım. Bu sefer de içimdeki çocuk Özge’yi harekete geçirip leylek  uçmuyordu ama uçarken görmüşçesine tatil planı yapacağım dedim ve ilk adım olarak her sene tek seferde kullandığım iznimi 3 farklı zamanda kullanmaya karar verdim. Bu hem Eskişehir’de bunalmamak, hem çok tatil yapıyor gibi olmak hem de üç farklı tatil planı anlamına geliyordu ki bu gerçekten mükemmel bir fikirdi.

İlk durak Antalya oldu bizim için. Akdeniz Bahçesi adında çok büyük bahçeli bir alanda 6-7 evden oluşan bana kalırsa yazlık hayatından lüks ama otel hayatından daha salaş bir tatil mekanıydı. Otel Çıralı’da  😉Oda kahvaltı olarak hizmet veren bir aile işletmesi. Kahvaltı açısından kendi evlerimizde ne çıkıyorsa o ama otel lüksünde ve çeşitliliğinde değil. Göz doyurmaz ama karın doyurur cinsten  😉Akşamları da dilerseniz merkeze inip kendiniz yiyebilirsiniz ama yok ben otelden çıkmayayım derseniz kişi başı 50 lira gibi bir ücrete size içecek hariç gayet güzel bir masa kuruluyor. Bizim için Muz ile ilk deneyim olduğundan bence bilmeden yaptığımız doğru bir tercihmiş ama buna rağmen köpekle tatil zormuş ya da yavru köpekle tatil zormuş. Yine de her hangi bir tatsızlık yaşamadan bitti  😉 Çıralı’nın denizi çok güzel, güzel dediysem temiz ve sakin. Bizim gibi soğuk deniz severler için uygun değil ama çocuklar için çok güzel. Misal Arya kendi kendine girip çıkabildi. Denizi, ayaklarınızın değebileceği yani yüzmeye başlayabileceğiniz yere kadar çakıl sonrasında kum. Yani ayağınız yere değmediği için su bulanmıyor ki Karadeniz insanı olarak su bulanıklığının ne berbat bir şey olduğunu çok iyi bilirim. Kumda oynamasıyla olsun, denize girmesiyle olsun yemekleriyle ve dinlenmesiyle olsun bence güzel bir tatildi en çok da bana yaşattığı yepyeni deneyimiyle  😉Oradan dönerken de Lavanta Kokulu Köpe uğrayarak biraz zaman geçirdik ama işin açığı ben biraz hayal kırıklığına uğradım. Nedense hayalimde Fransa resimlerindeki kadar mor bahçeler vardı ama o resimmiş  😉Yine de görmeyi istediğim bir yer olarak aradan çıkarmış olduk, iyi oldu.


Hani leylek gördüm ya o kadar çok o nedenle Çarşamba günü biten tatilinden sonra var olan 4 günlük iznimi evde oturarak geçiremezdim. O sebeple Çarşamba eve gelip eşyalarımızı yıkayıp hazırlayıp ertesi gün Çaycuma’ya(memlekete) yola çıktık. Şimdiye kadar yaptığımız en denizli Çaycuma seyahatiydi. İki gün etraftaki plajlara denize gittik ve bolca balık yedik. Bazı yerlerinde bir kilometre gitsen bile derinleşmemesiyle sinir bozan ama Antalya’dan sonra serinliğine doyulmayan canım Karadeniz J (Ama şunu söylemeden geçemem Karadeniz denizi en azından bizim oralarda ters akıntılıdır ve dikkatli olunmalıdır). Dört gün dediğin nedir ki geldi geçti eve dönüş vakti, işe dönüş vakti geldi.

Bir hafta çalıştıktan sonra yeni bir tatil planı devreye girdi ve biz bir eksikle olsak da ekip olarak toplanıp Sinop’a gittik. Fikir benim en ufağımdan çıkmıştı ve zaman zaman kulak arkası ettiğimiz bazı güzel planların aksine bu sefer hızlı davranıp hemen ayarlamaları yapmıştık. Bu bizim I. Geleneksel Kardeşler Tatili olarak tarihimize geçti ve her sene devamı için karar alındı. Orada bir kamp alanında kaldık, çadırda değil minik evlerde kaldık, çadırı da önümüzdeki seneki tatile bıraktık. Sinop şehir olarak çok büyük değil ve bir Karadeniz şehri olduğundan elbette güzel J Tarihi Sinop Cezaevi, efsane mantısı, deniz dalgası elbette de çok etkileyici ama benim aklım ülkenin en kuzey ucu olan İnceburun’da kaldı. Ekipten Onur (kardeşim), Özlem abla (kocadan olma kardeşim) ve elbette ben çayımızı demleyip sırf fazladan deniz görelim ve güneşi doğuralım diye ayrıca gittik iki sabah. Belki de en çok bundan aklım kaldı orada. Sinop tatili yaşadığım en güzel deneyimlerden biriydi ve seneye II.sini iple çektiğim bir anı bıraktı bende bu tatil. Diğer tatilimiz gibi elbette bu da bitti.





Bu sefer çalışma sürem biraz uzun sürdü J yazın ortasında tam 3 hafta işe gittim. Sonrasında da yazı taçlandırmak için ver elini Bodrum dedik. Önce dört gün can bir arkadaşta kalarak inanılmaz güzel bir tatil yaptım ki bunu şu şekilde paylaşmıştım ⇩


Sonrasında da halamın ve kuzenimin yanına gittim ki Bodrum/Gündoğan beni duygudan duyguya sürüklemesine rağmen dinlendiğim ve iyi gitmişim dediğim bir yer oldu. 

Tüm bunların yanı sıra tatil bitmesine rağmen dönem başlamadan kardeşlerden birinin düğünü olduğu için arada yapılan önce Edirne sonrasında da Çaycuma seyahatleri de fazladan fazla oynamalı ve duygu dolu zamanlardı. Bir de bu arada İstanbul'a uğradık ki beklenen büyük buluşmaydı  😉Bir bebek ve bir köpekle yapılan bu seyahatler bana kendi adıma şunu dedirtti. Hayatta sahip olduğum şeyler bu güzel anlarıma engel olmadı hiç bir zaman ve ne kadar güzel insanlar varmış hayatımda iyi ki dedirten.

İyi ki dedikleriniz hep çok olsun ve selamlar olsun yenilenmemi sağlayanlara...



Bir SİZ yoksunuz :/

Genel olarak az yorulan, yaptıklarım ve yaşadıklarımla ilgili oldukça az şikayet eden biriyim. Ama söz konusu toplum kuralları olunca insanların sadece bu dünyada kendileri varmış ve tüm dünya onların etrafında dönüyormuş gibi yaşamalarına gerçekten inanamıyorum. Benim elim kirlenmesin, ben yorulmayayım, ben beklemeyeyim, ben ben ben.....

Hayatta yaşadıklarımızın bir bölümünün elbette başkalarına bağlı olduğunu bilecek kadar büyüğüm ama söz konusu umursamamak, bile bile yapmak amaaan ben işimi göreyim de kalanları ne halt yerse yesin demek olduğunda tahammül sınırım birden yok oluyor. Hepimiz genel toplum kurallarını biliyoruz zaten bir de bilip bilmemezlikten geldiğimiz durum var, bakın 🔻


1- Tuvaletlerdeki fırçalar, siz kaka yaptıktan sonra etrafa bulaşmışsa onu temizleyin diyedir. Aman ona dokunamam, elim kirlenir yok efendim hijyenik değil diye düşünüp temizlemediğiniz tuvaletlere başkaları girmek zorunda değildir. Ayrıca temizlik görevlileri sizin kakalarınızı temizlemek için değil, tuvaletin genel temizliğini yapmak içindir.
2- Arabalarda sinyal vermek için bir kol bulunur. Sağa veya sola dönerken arkanızdan gelen araca bunu anlatmanıza yarar ve inanın trafikte işleri çok daha güvenli hale getirir.
3- Kavşaklarda yol önceliği kavşakta olanındır. Bunun sebebi basittir. Eğer kavşaktaki aracı bekletirseniz birden fazla yönde trafik tıkanıklığı olacaktır. Anlamayanlar için resimle açıklayayım. Eğer A aracı yol vermezse hem C aracının geliş yönünde hem de G aracının geliş gönünde tıkanıklık olacaktır.

4-Korna çalmak işleri hızlandırmaz, hele ki eğer korna çaldığınız aracın önünde bir araç var ve duruyorsa oldukça sinir bozucu ve anlamsızdır. İşe de yaramaz.
5- Sağa ya da sola dönüşler için özel olarak kırmızı ışık yanıyorsa önünüzdeki aracın geçmesini beklemeniz ve ona çıkışmanız çok net bir kural tanımamaktır.
6-Yabancı bir odaya girdiğinizde biri size özel olarak oturabilirsiniz demediği sürece sanki karşınızdaki kırk yıllık ahbabınızmış gibi oturamazsınız, ayıptır gerçekten çok ayıptır ve bir gün size lütfen ayakta bekleyin diyebilir. 
7-Toplu taşıma araçlarında, kapalı mekanlarda daha da kısası sizden başka insanların olduğu ortamlarda telefon görüşmelerinizi bağırarak yapmanız hem ses anlamında rahatsızlık vericidir hem de siz özel hayatınızda olanları belki herkese duyurmak isteyebilirsiniz ama belki de birileri bunları bilmek istemiyordur. 


Tüm bunların dışında bir kural olmamakla birlikte bana kalırsa teşekkür etmek, özür dilemek ya da mutlu olduğunu yarım ağız değil de böyle dolu dolu söylemek sandığınız kadar kötü bir şey değildir. Hatta deneyin bakın iyi bile gelecektir. Ayrıca hayır hayattaki her şey siz demiş olduğunuz için değil zaten olacağı için olmuştur. Kendinize çok da pay çıkarmanın bir anlamı yoktur. Ama eğer cidden bundan mutlu oluyorsanız benim yapmış olduğum, söylemiş olduğum vs herşeyi EVET SİZ DEMİŞTİNİZ :)

Hayatta zaten sinir bozucu onca şey var değil mi bunlar sadece minicik şeyler belki de çoğu için ki benim için değil, hatta mutlaka aklıma gelmeyenler vardır ama sanırım benim için bunlar olmasa daha az sinir bozucu bir hayat olacak. Sizce?

26 Eylül 2017 Salı

Koşup da yetişmiş olsak :/

Çocukla hayat hep koşturmalı zaten ama hele ki okula başlayınca daha da koşturmalı hale geliyor. Sadece yetişmek değil mevzu aynı zamanda yetişmeye ikna etmek :)

Biz biraz şehirden uzakta oturuyoruz ve arabayı dönüşümlü kullanıyoruz. Hal bu olunca haftada üç gün bize site servisiyle kısa bir yolculuk yapmak düşüyor. Bu da 8.40 servisine yetişmek zorunluluğunu beraberinde getiriyor. Geçen sene kazasız bir şekilde atlattık diyebilirim sadece bir kere servis kaçırdık Arya ile, umarım bu sene de iyi gider ama bu senenin başka bir zorluğu var. Yazmıştım ya Muz var artık hayatımızda bu da başka sorumluluklar getiriyor sabah şenliğimize.

Bize bir süredir sabahlar şu diyaloglarla başlıyor.

Saat 7.00
A: Günaydın güzelim
K: Günaydın annem, zencefilli bal yiyim mi?
A: Olur kızım sonra da Muz'u gezdirmeye çıkaralım
K: Sen çıkar ben gelmiceeem
A: Olur mu kuzum, ben seni evde bırakamam,biraz daha büyü ondan sonra. Hadi bak evimize kak yapmasın
K: Ama ben zencefilli bal istiyorum
A: :):)

Sonrası bir döngü şeklinde ilerliyor ama neyse ki çok uzun sürmüyor ve o an başlıyor koşturma. Muz'a yemeğini ver, Arya'ya balı hazırla, Muz yemeğini bitirmeden Arya'yı hazırla, dışarı çık gezdir, eve gel Muz'un ayağını temizle, bize kahvaltı hazırla. Arya'yı yeniden okul için hazırla, kendin hazırlan ve servise yetiş :) 

Yoğunluk, yorgunluk ya da her ne olarak adlandırıyorsanız o. Çocuk sahibi olmak tam da o söylediğiniz şekilde bir şey iken, şu andaki durum onun tam 3 katı. İki katı diyemiyorum inanın daha fazla:) Çünkü üç durum var. Arya, Muz ve AryaileMuz :) Arya kısmı zor değil, Muz desen laftan anlamaya başladı ama o durum var ya AryaileMuz işte o zor daha doğrusu en koşturmacalı olan:) İkisi de bebek ve ikisinin arasındaki denge çok hassas, dengesizlik hali can sıkıcı :( 

İşin duygusal boyutu olmasa yani o denge sağlama mevzusu aslında ben sanırım bu koşturmacayı seviyorum. Nasıl doğru anlatabilirim bilmiyorum ama böyle yetişmem ya da yetiştirmem gereken bir şey yok hem çok tembel oluyorum hem de kendimi iyi hissetmiyorum. Ama ne zaman ki kısa saatlere çok işler sığıyor ben o zaman daha enerjik ve iyi hissediyorum. Elbette gün sonunda acısı çıkıyor ama günüm genel olarak güzel geçiyor. Üstelik bu sadece fiziksel anlamda da değil. Düşünsel olarak da tek bir şeye odaklanmam pek mümkün değil, yapamıyorum. Çok yakınımda olanlar bunun benim için çok yorucu olduğunu söyleseler de ben farklı türlü yaşamayı da davranmayı da henüz bilmiyorum. Misal bir şey yazarken çok hızlı düşünüyorum ve çok hızlı yazıyorum dolayısıyla da yazım yanlışı yapıyorum. Yanlış var mı diye her yazıyı mutlaka okuyorum ama hızlı okuduğum için bazen o yanlışların bir kısmını fark etmiyorum bile. İşte tüm bunlar yüzünden sanırım sabah o 1 saat 25 dakikalık zaman bana yük gelmiyor, beni yormuyor. Yavaşlamak için çaba harcıyorum ama çok da başarılı olduğum söylenemez, bazı noktalarda bu konuda iyi olsam da bazı durumlarda hala aynıyım. Ancak şunu kabul ediyorum bu benim için değil ama etrafımdaki insanlar için gerçekten yorucu olabiliyor. Çünkü sadece kendim yavaş olmaktan rahatsız olmuyorum aynı zamanda yavaş konuşan, yavaş düşünen ve yavaş hareket edenler de sinirime dokunuyor yalan değil. Hatta o kadar ki tanıyor olayım ya da olmayayım bazen insanların elinden iş alasım, onlar için konuşasım geliyor. 

Arya'dan sonra biraz yavaşladığımı düşünüyordum ama bu durumu yanlış yorumlamışım. Ona dair anlarda cidden yavaşım, aceleci değilim ve sabırlıyım ama durum Arya dışında ise eski performansımdan bir şey kaybetmemişim hala koştur koştur bütün işlerim :) Sabırsız mıyım? Evet. Tahammülsüz müyüm? Duruma göre. Deliriyor muyum? Kim bilir :)





20 Eylül 2017 Çarşamba

LGS, OKS, SBS, TEOG, ya sonra?

Nasıl bir sistemin içine büyütüyoruz ve bu sistemin içinde ne kadar koruyabiliriz çocuklarımızı bilmiyorum. Bir anda, üzerine hiç bir çalışma yapılmadan (en azından yapılan açıklamalar bize bunu gösteriyor) sınav sistemlerinin değiştiği, bazı derslerin gereksiz bulunup kaldırıldığı veya bazı derslerin de fazlaca gerekli olduğunu düşünülüp daha fazla koyulduğu bir ülke haline geldik. 

Dün TEOG kalktı,  aslında ismin hiç bir önemi de yok. Daha önce de SBS, LGS ve OKS de kalkmıştı. Sınavların isimleri değişiyor, tarihleri değişiyor ama sınav olmaktan öteye gidemiyor. İçerik değiştirmek için isim değişmesinin gerekmediği bir türlü anlaşılamıyor. Bir gün içinde her şey tepetaklak olabiliyor. Okul türleri varlığını devam ettirdiği sürece sınavsız bir sisteme geçişin mümkün olmadığını anlamıyor kimse. Bir grup İmam Hatip Liselerine yönlendirmenin mümkün olması için bunun yapıldığını tartışıyor, bir grup devletin sırtında eğitim yükünü atmak için bu adımın atıldığını ve bir grup ise bu adımın iyi niyetli ve gerçekten çocuklar düşünülerek atılan bir adım olduğunu.  Sebep hangisi olursa olsun olan yine küçücük çocuklara oluyor. Çünkü bana kalırsa kafaları karışıyor ve zaten özellikle velilerin yarattığını düşündüğüm maraton içinde çocuklar ezilirken bu karışıklıklarla iyice kayboluyorlar, ne yapacaklarını bilemiyorlar.  Zaten öğrenmek için çalışmayı neredeyse unutmuş nesil için bilinmezliğe çalışmak daha da anlamsızlaşırken, ne olacağını bilmeyen veliler için ayrı bir zorluk çıkıyor. Velilerdeki kaygı arttıkça çocuklarına yansıyan 10 misli oluyor. Yani yine olan çocuklara oluyor. 

Aslında temelde olan ne peki? Bir sınav sistemi gitti ve yenisi gelecek. Tarihi değişecek belki, içinde bazı konular çıkacak ama sınav olmadan olmayacak. Daha doğrusu okul türleri kaldıkça sınav olmadan olamayacak. Okul türlerinin kalkması bu işin en temiz hali görünüyor bu durumda ama o şekilde bir açıklama da yapılmadı henüz. Eğer okul türleri normal liseler ve çok programlı liseler şeklinde ayrılıp herkes istediği okula giderse (ki bu işin en kaygı uyandıran kısmı) belki başta değil ama süreçteki en temiz çözüm olacaktır diye düşünüyorum. Böyle bir adımda okullar homojen yapıya bürünecektir. Ayrıca eğitim kalitesi diye söylenen ve özünü "öğretmenleri iyi" sözlerinin oluşturduğu o ayrım da ortadan kalkmış olacaktır. Çünkü bu şekilde tüm okullarda farklı akademik başarıya sahip öğrenciler olacaktır. Dediğim gibi bu ilk sene olmayabilir elbette, süreç gerektirebilir çünkü insanların aklındaki şu okul iyi algısını yıkmak için zamana ihtiyaç olacaktır. 

Bu kadar belirsizliğin için herkesin kafası allak bullak olmuş durumda ve bekleyip görmekten başka çaremiz yok. Şu anda tüm olaya dışarıdan bakan biri olarak tüm bu süreçte yazılmış olan hiç bir senaryonun gerçek olmaması ve velilerin sakinliğini koruyup kaygıları artırmaması tüm çocuklar için en büyük dileğim.

12 Eylül 2017 Salı

Mini mini birlerin Facebook'ta işi ne öğretmenim???

Birileri sosyal medyada aktif olan ve öğrenci fotoğrafı paylaşımı yapan öğretmenlere dur desin, istediğin gibi herkesin çocuğunun fotoğrafını kendi şahsi sayfanda paylaşamazsın, bu etik değil desin.

Okullar açıldı, uyum süreci başladı ya hemen döküldü fotoğraflar sosyal medyaya. Kurumlar kendi sayfalarında paylaşıyorlar onu biliyoruz zaten. Her kurum alıyor mu bilmemekle birlikte çoğu bu paylaşım için izin alıyor ancak öğretmenlerin şahsi hesaplarında paylaştıklarını ne yapacağız? Sosyal medya hesapları özellikle de en çok bu paylaşımların yapıldığı Facebook, özünde bir arkadaşlık sitesi ve etik açıdan bakıldığında zaten bir öğretmenin hem arkadaşlarının hem de öğrencilerinin aynı hesapta olması doğru değil. Uluslararası pek çok kaynak bu durumu, öğrenci ile iletişimi arkadaşlık seviyesine indirgemek olarak açıklıyor. Burada, öğretmenler vay efendim öğrencileri ile arkadaş  olamaz mı gibi bir sonuca varmak olaya çok dar bir bakış açısıyla yaklaşmak olacaktır. İşin özünde zaten olamazlar da zaten de hiç biri öğrencilerim arkadaşımdır gözüyle bakmıyordur eminim, ama olay bu değil. 


Deniliyor ki, orası bir arkadaşlık platformu hatta ve hatta kullanıcılar birbirini eklerken bile "arkadaşı ekle, arkadaşlık isteği gönder" şeklinde işliyor süreç. Bu durumda otomatik olarak takipleşme de bu düzeye indirgenmiş oluyor. Teknolojiyle arası iyi olan bazı insanların diyebileceği gibi güvenlik ayarları düzenlenip, öğretmenler kendi özel paylaşımlarının öğrencileri tarafından görülmeyecek gibi ayarlayabilir. Elbette yapılabilir ancak bu teknoloji bilgisini akıllı telefon ve tablet kullanımı ile sınırlayan pek çok kişi için geçerli değil. Bu aslında o kadar önemli ve dikkat edilen bir konu ki kendi özel hayatlarına dair yaptıkları paylaşımlar ya da öğrencilerinin fotoğraflarına yaptıkları yorumlar nedeniyle yurt dışında öğretmenlikten çıkarılan öğretmenler mevcut.  Aslında o kadar ciddi bir mevzudur ki Milli Eğitim Bakanlığı bile genelge yayınlamış ve uyarıda bulunmuştur.  

Günümüzde ebeveynlerin kendi çocuklarına ait fotoğraf paylaşımları tartışılırken, hiç bir veli onayı alınmaksızın, öğretmenlerin şahsi hesaplarında bu paylaşımı yapmalarının doğruluğunu savunan çıkmaz sanırım. Evet öğrenciler öğretmenleri ile böyle bir ortamda arkadaş olmaktan çok memnun olabilirler, hatta öğretmenlerinin yaptığı bu paylaşımlardan çok hoşlanabilirler ama bu yapılanın yanlışlığını değiştirmez. Ayrıca öğrencilerin bunu istiyor olmaları, yaşları göz önüne alındığında tek başına yeterli değildir ve mutlaka ama mutlaka velilerinden onay alınmalıdır. Zaten veliler de onay verecektir ya da umursamayacaktır gibi bir düşünceye kapılmak ise büyük bir yanılgıdır. Zaten yaş sınırı olan bu sosyal medya sitesinde mesela birinci sınıf öğrencisinin işi ne? Yani zaten o öğrenciler orada olmamalıdır (bu ayrı bir yazı konusudur ve oraya da gelinecektir :)).

Peki bu durumda ne yapılması lazım? İzlenebilecek birkaç yol var. Bunlardan biri bu öğretmenin şahsi hesabına öğrencilerini kabul etmemesi ve bunu talep eden öğrencilere açıklaması. Bir diğeri ise illa bu site üzerinden bir iletişim kurulacaksa, ayrı ve sadece öğrenciler için kullanılan yeni bir hesabın açılması. Her iki durum da hem öğrenciler hem de öğretmenler için daha sağlıklı yollardır ancak yine de tercih öğretmenlerimize kalmıştır. Elbette kendi bildikleri yoldan ilerleyebilirler ancak o zaman da fotoğraf paylaşımı konusunda daha hassas davranmaları gerekmektedir çünkü olay etik açıdan gizliliğin, kişilik haklarının ihlali gibi gibi konuları kapsamaktadır ve dikkat bunlara önem veren bir veli çıkabilir.

21 Ağustos 2017 Pazartesi

Çalışsak da mı büyütsek, çalışmasak da mı büyütsek :/

Uyumadan az önce öyle bir cümle kurdu ki kalbim dağlandı. "Annem biz senle çok vakit geçirdik bugün, çok güzel şeyler yaptık" dedi ve sıraladı tüm günü, sabah kahvaltımızdan, gittiğimiz parka, havuza, izlediğimiz çizgi filme, yaptığım yemekten, oynadığımız oyuna kadar.  Aslında ben her akşam yaptıklarımızı eeen baştan beri anlattığım ve bunu bir sohbet konusu haline getirdiğim için o da bana aynısını yaptı bana kalırsa. Ama yine de o an kalbim ağrıdı ve içimden dedim ki "ah be kızım ne yaptın sen bana şimdi".


Arya 3 aylıktı ben işe başladığımda. Hiç pişman olmadım erken başladım diye ya da hiç suçluluk hissetmedim. O günün şartları onu gerektiriyordu öyle oldu. Bence iyi de oldu, bana iyi geldi çalışmak, yoruldum ama eve daha enerjik döndüm. Ayrı kaldım ama doya doya vakit geçirdim. Şimdi olsa yine aynı şekilde yaparım diyebilirim. Ev dışında çalışan anne çocuğu olduğumdan mıdır bilmem bu tarz kısa ayrılıklara alışığım ve öyle çocuklara zararının dokunduğunu falan düşünmüyorum, en azından toplamda o ayrılığı telafi edecek zaman yaratıldığında. Ama bilirim ev dışında çalışan anne dertlidir hep, hep o telafinin peşine düşer. Etraf tarafından eleştirilecek bütün toleransları, göz yummaları hep acaba eksik mi bıraktım kaygısındandır mesela. Bana kalırsa aynı olayın farklı kişileri bambaşka etkilemesi gibi bu durumunda da etkileri kişilere göre farklılaşıyor ama özü aynı. Hep "daha fazla". Kimi oyuncağa düşer, kimi daha fazla şeye göz yummaya, kimi kitaplara gömülür, kimi uykusundan ödün verir. Ama dediğim gibi hep ve her şey daha fazla. 

Kendime göre rahat diye tanımlayacağım bir işte çalışıyor olmak iyi bu anlamda. Zor zamanlarda daha esnek anlar yaratabiliyorum hem kendim hem de ev için. O nedenle şanslı gruptan olduğumu söyleyebilirim. Çocukların her şeyi anladığına inananlardan biriyim ben de. O nedenle hem Arya'ya hamileyken hem de şimdi duygularımın ona doğru geçtiğini düşünüyorum. (hatta bence bazen geçmemesi gereken duygular da geçiyor da neyse :)) Hem ayrıca yeterince iyi olduğumu düşünüyorum bu da beni daha rahat bir hale sokuyor:) Belki de çalışıyor olmamla ilgili bir problem yaşamamamızın temelinde bunlar yatıyordur :) 

Ben onun için çalışıyorum demiyorum, çünkü ben ondan önce de çalışıyordum. Ben kendim için çalışıyorum, çalışmayı sevdiğim için, bunu sevmek ve çalışmak beni ben yaptığı ve iyi hissettirdiği için çalışıyorum. Üretmek için çalışıyorum. Arya'dan sonra da bunlar değişmedi, bazen keşke daha fazla vakit geçirsem dedim elbette ama bu beni çalışmamaya itecek bir söylem değildi. Arya'dan sonrası için diyebileceğim tek şey çalışmak için yeni sebeplerim var artık sadece :) 

Ama şu kadar paran olsaydı kısmına girmemize gerek bile yok, he he herkes gibi ben de yine çalışırdım valla çalışırdım sadece o zaman hobi olarak çalışırdım, kaygılanmadan :)

25 Temmuz 2017 Salı

Muz'lu hayat

Köpek sahibi olmak ne zormuş valla. Benim gibi titiz olmayan birini bile vazgeçme noktasına getirdi ya şimdi daha iyi anlıyorum iyi düşün diyenleri. Ama vazgeçmedim, vazgeçemedik daha doğrusu J


Muz evimize geleli 1 hafta oldu. Sözüm ona tam 7 aydır üzerine konuşuyorduk, her şeyi hesap etmiştik, tüm detayları konuşmuştuk. Ama hesap etmekle deneyimlemek çok farklıymış, bambaşkaymış. Tüm çocukluğumun köpek isteğiyle geçmesi benim köpekleri ne kadar sevdiğimin en büyük göstergesidir ama sevmek başka bakmak bambaşkaymış.  Geldikten sadece iki gün sonra yok dedim yapamayacağım, ben bu kokuya dayanamayacağım, vazgeçelim dedim, hatta aldığımız yerle tekrar konuştum. Ama hadi vazgeçelim demek başka, gidip götürünce eve yalnız döneceğini bilmek, senden tamamen ayrılacak olması bambaşkaymış.

Elbette ki ayrılamadım. Ben götürüp bırakamadım, Özgür evde ayrılamamış. İki gün yetmiş çok sevmemize. Beyinde bitiyormuş ve bu bambaşka bir kabulmüş. O gün geri Muz ile birlikte döndüm ya eve biz bir daha o denli koku almaz olduk. İlk başta da hoş geldin demiştik ona ama ikinci seferde daha içten demişiz “Hoş geldin Muz” diye. Evet çok zormuş, çok sorumluluk istiyormuş, bazen sabır yetmiyormuş, bitmeyecek bir yola girmişiz. Ama artık beraberinde tüm getirdiklerini daha çok bilerek ve tamamen kabul ederek tekrar almışız evimize. İyi ki de almışız ya da iyi de vazgeçmemişiz. Kimseye mutlaka almalısınız diyemem ama alındığında getirdiklerine dair çok şey söyleyebilirim artık. 

Bir köpek sahibi olacaksanız  tüy sanırım en küçük sorunlardan biri haline geliyor. Tuvalet eğitimi olana kadar kakasını evde belirlediğiniz bir alana yapması ve bu kokunun katlanılmaz olması, gecenin bir yarısı kakasını yaptığı için havlaması, geçirme ihtimali olan hastalıkları ve üzüntüleriniz, bir yere giderken tüm sorumluluğunun size olması, kimseye bırakamamanız yanınıza da alamamanız, hiç büyümeyecek olan bir çocuk sahibi olmanız:) gibi pek çok şey yaşıyorsunuz. Beraberinde inanılmaz bir sevgi, sizi her gördüğünde deliye dönen bir bıdık, yan odada bile olsanız sizi özleyen, isteyen bir can ve elbette birlikte büyümelerine tanık edeceğiniz evdeki çocuğunuzun en yakın arkadaşı:) 


Arya'nın tek arkadaşı olmayacak elbette ama en yakını olacak sanırım. Her geçen gün aralarındaki ilişkiyi görmek, ilerleyişini adım adım gözlemlemek bizim en büyük keyiflerimizden olacak. O Arya'nın güzeli, evin ise en küçüğü  olarak büyüyecek evimizde. Yeniden hoşgeldin Muzcuk :) Şu anda da çok mutluyuz bizimle olmandan ama biraz daha büyüyünce "iyi ki" diyeceğimize eminim :)


10 Temmuz 2017 Pazartesi

Duygularımız vs tepkilerimiz






Kibar olmak bir garip mevzu. O kadar ince bir çizgisi var ki sağa kayarsan kaba sola kayarsan yapmacık oluyorsun. Biri çirkin duruyor biri eğreti. Düz olmak da öyle. İşte bu nedenle çok karıştırılıyor kaba olmak ile düz olmak bana kalırsa. Hakaret ederken ya da ters bir şey söylerken emoji kullanarak durumu yumuşatmaya çalışanlar kibar olduklarını, karşısındakinin duygusunu ya da anlattığını anlamadan hönkürenler de düz olduklarını savunuyorlar. Oysa bir insan hem net yani dümdüz, hem de kibar olabilir. Hem gerçekten söylemek istediğini söylerken hem de hakaret etmeden bunu anlatabilir. Dediğim Sami gibi olmak değil ama yine de biraz daha net olmak :) Dünyaya tersten bakmak bazen eğlenceli ama konuşurken de anlarken de düz olmak en güzeli :) En azından ne hissediyorsa insan eğip bükmeden ama kırıp dökmeden anlatmalı.

Pek çok duygu ya da davranışımız nasıl ki sadece bize bağlı değilse bu da o şekilde. Sizin dümdüz dediğinize karşınızdaki kaba, kibarlıktan ölüyor dediğinize de başka biri yapmacık diyebiliyor. O nedenle de herkesin yaşantısı kendine kalıyor. İşte o nedenle de herkes herkesle arkadaş olamıyor hatta iletişim bile kuramıyor. 

"Olaylar karşısında ne hissedileceğini, bireyin sahip olduğu yorum ve anlam kalıpları tayin eder."

"Kişiyi her hangi bir olay değil, karşılaştığı olayla ilgili geliştirmiş olduğu inançları ve yorumları öfkelendirir."

Okuduğum kitapta (Ben Değeri Tiryakiliği) karşıma çıkan iki muhteşem cümle. Buna göre eğer anlam kalıplarını değiştirirsen olaylara verdiğin tepkiler de değişiyor  E bu süper bir haber :) iş o zaman o anlamları, kalıpları değiştirmede de nasıl olacak. O kalıplar öyle bir günde olmadı ki hemencik yıkılsın. Ben onları emek emek biriktirdim, yıldan yıla büyüttüm her girdiğim ortamda her tanıştığım kişiyle yeniden düzenledim de bugünlere getirdim. Öyle hemencik nasıl vazgeçerim kalıplarımdan ve yorumlarımdan :)

Kızıyorum öfkeleniyorum hem de kendimi her seferinde çok haklı buluyorum elbette, aynı başkasının beni zaman zaman kaba ya da duygusuz ama benim kendimi net olarak nitelendirdiğim gibi :) Ama bu duygularıma hiç  bu bakış açısıyla düşünmemiştim, geçmişten ne getirebilirim ki robot muyum  yaşadıklarım bende kalıp oluşturacak ve ben o kalıplarla olaylara tepki vereceğim diye. Hem Gökçen Hanımla konuştuktan sonra hem de bu kitaba başladıktan sonra şunu fark ettim. Ben hep aynı şeylere öfkeleniyorum, aynı durumlara benzer tepkiler veriyorum yani basbayağı ben geçmiş yaşantılarımı tekrar tekrar yaşıyorum muadil durumlarda. Yani beni kızdıran şey aslında karşımdakinin davranışı değil benim düşüncelerim, "kim bilir onlar sırtlarında ne yük taşıyor da öyle davranıyorlar" demişti Gökçen hanım. Kesinlikle daha iyi anlıyorum şu anda. 

Ben yüklerimden kurtulmaya uğraşıyorum, eğer bana daha fazla yük olmazsanız çok sevinirim diyerek yine topu başkalarına atmak istiyorum ama 😆 

Tüm bu duygularımın ifadesi olarak gelsin :)


5 Temmuz 2017 Çarşamba

Çişli kakalı mevzular :/

Her çocuk gibi Arya'da elbette bezi bırakacaktı, bırakacaktı evet ama ne zaman ve ne şekilde. Bizim bu konudaki yaşadıklarımız yazılanlardan en azından benim okuduklarımdan biraz farklı.


Şubat ayının ortasında bir Salı günü çocuğunuz birden “ben bi daha bez tak e eh, ben kilot giy” derse ne yaparsınız? Evet ben de saçmalama yavrucum kış kış dedim kendi içimden ama elbette çocuğa “aaa ne güzel tamam o zaman cumaya kadar bekle sonra bir daha bez takmayalım” şeklinde yansıttım bu duygumu (yediyse :)). Şaka bir yana cidden hiç planlamamıştım ve duygusal olarak da bence hiç hazır değildim. O kadar planlamamıştım ki henüz 1 hafta önce e-bebek indirimden taaam 252 adet bez almıştım ve o kadar hazır değildim ki Özgür’e bin kere emin misin diye sordum. Peki neden Özgür’e sordum çünkü Arya öyle dedikten sonra o bırakalım demiştiJ iki gün bu bir heves mi ve geçer mi diye düşünerek alışveriş yapmadık ancak baktık ki Perşembe geldi hala aynı o zaman gittik çok sayıda tane kilot (14 tane J) , 1 büyük 2 küçük alez ve alt değiştirme bezlerinden (e-bebek'in kendi markası olan, çünkü en ucuz o) aldık. Sonra cuma günü de hadi bakalıııım diyerek coşkuyla başladık. Büyük alez, üzerine küçük alez ve onun da üzerine alt değiştirme bezleri olmak üzere çarşaf öncesi üç katmandan oluşan ultra korumalı yatağı hazırlayarak kilot giydirdik. Eğer ben her seferinde çıkarır takarım alezi der ve üşenmezseniz tek alez de olur bence. En azından o zaman öyle düşünmüştüm. Ama ben biraz daha kolay olsun diye böyle bir düzenek kurmuştumJ umudum henüz alt değiştirme bezlerinin üzerinden küçük aleze geçmeden yakalayıp o kadarlık hasarla kurtulmaktı J Zaten daha önceden lazımlık almıştım ama bu çiş mevzusunu daha çekici hale getirmek için hoşuma giden merdivenli bir klozet aparatı ve bolca sticker aldım.

İlk günü çok az isabetle kapattık ancak bence umut vardı. Ancak ben inanılmaz gergindim çünkü klozete veya lazımlığa oturmakta direniyordu Arya. Okulda nasıl olacak, nasıl uğraşacaklar vs. inanılmaz dert olmuştu bana ama yine de devam edecektim. Sonra ne zaman ki iş kaka yapmaya geldi o zaman kazın ayağı belli oldu. Arya ilk kakasında azıcık ağladı onu hallettik ama ikincide neredeyse yalvarırcasına bez takılmasını isteyince, normalde geri dönülmemesi önerilmesine rağmen esas olan gördüğümüz durumdur diyerek hemen bezi taktık ve konuyu kapattık, yaza erteledik. 

Bu zamana gelene kadar birkaç defa istedi ancak o da çok üzerinde durmadı bizim için de uygun değildi. Sonra bir pazar günü (ki aslında cuma olacaktı ama bir vazgeçer gibi oldu :)) yine Arya'nın isteğiyle çıkardık bezini.İlk gün %40 gibi bir isabet oranıyla tamamlandı ancak iş kakaya gelince yine oturmak ve yapmak istemeyerek tuttu, pazartesi de sabahtan okula götürdüm. Okulda bu oran %75 e çıktı ancak bunların hepsinde biz akıl edip hadi dedik ve  öyle tuvalete gidildi. Pazartesi akşam işten gelince "çişin var mı" sorusuna yok diyince o zaman gelince haber verir misin dedim, meğer an o anmış, çocuk bu cümleyi bekliyormuş. Bir daha da gündüz hiç kaçak olmadı :) Gece durum biraz daha farklı çünkü biz gece çiş için kaldırmayı doğru bulmuyorduk o nedenle 10-12 gün boyunca hemen her gece altına kaçırdı. Sonrasında o da bir anda kesildi ve gece kalksa da çişim var demeye başladı. Biliyorum ki bu gece işi de bitti demek değil ama büyük bir yol katettik demek.

İkinci deneyimdeki en büyük keşfimiz de çakma Potette. Normalde çoğunluk Potette lazımlık olarak bilir ama kendisinin e-bebek (Baby&Plus Portatif Katlanılabilir Lazımlık)
tarafından başka bir versiyonu yapılmış ve üçte biri fiyatına. Bunu aldıktan sonra diğer aldıkları insana gereksiz geliyor. çünkü hem tuvalet adaptörü yerine kullanılabiliyor hem de portatif olduğu için çantaya atıp seyahatlerinizde yanınızda taşıyabiliyorsunuz. Resimdeki şekliyle üzerine şeffat çöp poşetlerinden geçirip lazımlık olarak da arabada rahatlıkla kullanabiliyorsunuz. Biz bu süreçte biri Zonguldak diğeri İzmit ve İstanbul olmak üzere iki kere seyahate çıktık, ciddi anlamda kurtarıcıydı. Ayrıca Arya "tuvalet büyük içine düşerim" dediği yerlerde de adaptör olarak çantada daima bizimleydi :) 

Şimdi asıl noktaya geleyim. Bu iki deneyimden neler çıkar?

*Öncelikle anne/babanın tam anlamıyla rahat olması çok önemli çünkü gerginlik her şeyde olduğu gibi bu durumda da çocuğa inanılmaz yansıyor.
*Etraf azıcık kirlenebilir, çişin içinden hiç çıkamayacaksınız gibi gelebilir ama durumun geçici olduğunu bilmek lazım.
*Sticker ya da tuvalette kitap okumak gibi genel olarak hep yazılır, bizde ilk durumda işe yaramadı ikincide kullanmaya teşebbüs bile edilmedi.
*Kaka olayı biraz daha zaman alıcı olabilir (en azından bizim için öyleydi) ama yolun sonunda ışık var.
*Yatağa öyle kırk kat sermeye gerek yok, çarşafın altına alt açma yayın ve çocuğu yatırın, çarşaf değiştirmek o kadar da zor bir şey değil inanın.
*Gece kaldırmak illa da çok gerekli bir şey değil, kimi yerlerde bunun alışkanlık yapacağı yazarken, çocuk bu sefer size güvenerek de bunu öğrenmeyi geciktirebilir. Kaldı ki kaldırsanız bile siz yatırdıktan sadece 1 saat sonra tekrar yapabilir. En azından uykunuz bölünmesin :)
*Genel olarak çok da üzerinde durmamak lazımmış sonunda bu anlaşılıyor.

Daha önce okul için yazmıştım, ben bir şekilde sıramı savdım darısı yakında bu işe girişeceklere olsun.