Sayfalar

27 Aralık 2016 Salı

Hoş gel 2017 :)


Eskiden yani sanırım iki sene falan önce daha sık tweet atıyordum. O zamanlar kendimi iyi hissettiğim ortam twitter idi. Ben de kızdığımı, korktuğumu, mutluluğumu oraya yazıyordum. O zamanlar yani önceden ki sanırım 2010-2011 yılına denk geliyordur, sene içinde attığım bütün tweetleri dilek haline getirip yılbaşı dileğim/mesajım olarak yayınlamaya başlamıştım. Bugün Facebook geçmiş anılar bölümünde bana bunlardan iki tanesini hatırlattı. Bakalım neler yazmışım.

Yıl 2012 olurken:)



İşte bu da 2014 gelirken yazdıklarım :) TIK TIK (yazıyı ufak bulabilecek olanlar için ekleyeyim)






Şimdi ikisini de sıkılmadan okuyanların iki üç konunun iki yılda da dilek olarak sunulmuş olması dikkatini çekmiştir. Misal ütü mevzusu, dileğin gerçekleşeceği mi vardı yoksa benim mi aklım başıma geldi bilmiyorum ama gördüm ki ütü mevzusu çok canımı sıkmış zamanında, demek ki yeterince derdim tasam yokmuş onu yazacak zamanım da çokmuş :) Neyse yaptığım ütüleri ciddi anlamda azalttım elbette bu hemen o yıllarda olmadı,  ne zaman ki Arya geldi, daha önceden değişmesi gereken öncelikler değişti :) Başka bir mevzu Özgürle ilgili olan yani o zamanlar sıklıkla kocam diye bahsettiğim ancak ben büyünce eş kelimesine terfi eden sevgili eşim :) Yine Arya'dan ve başka durumlardan sebep hafta sonları daha fazla bizimle artık. İşte bu da önceliklerle alakalı bir şey sanırım. Tabi arada başka şeyler de oldu misal burada dilemişim ama durum bambaşka yere gitmiş, üzücü olaylar olmuş falan. Benim bakış açımı değiştirmemle düzelen, değişen şeyler de oldu. Özellikle insan ilişkilerinde ve olayları karşılama şeklimde. Trafikten falan bahsetmişim ama hepimiz çok iyi tahmin ediyoruz ki bu durumda değişen bir şey yok.

Tabi bunlar benim özel hayatımla ilgili olan kısımları. Gelelim bize yani hepimize. Ben iki senede de insanların işlerine çok karışıldığını, herkesin işi olmayan konuda akıl verdiğini, insanların tehdit edildiğini, hedef gösterildiğini falan yazmışım ya heh işte onlar çok da değişmedi. Bakın 2012 nere 2017 nere. Bir arpa boyu yol gidememişiz. Bunu illa siyasi anlamda düşünmeyin, çünkü bu iş sadece siyasetle ilgili değil insanların görüşleri, duruşları, bakış açılarıyla alakalı. Hatta bunların bir kısmında gerilediğimizi bile söyleyebilirim.

Gelelim 2017 ye girerken geride bıraktıklarıma. Zor zamanlar geçti ama çok da güzel anlarım oldu. Bunu böyle yazdığımda amaaan ne kadar da pozitifim gibi anlaşılıyor olabilir ama cidden alakası yok. Öyle her kötü şeyin içinde iyi olanı falan aramam. Kötü kötüdür benim için sadece bakış açım bir süredir kötü de olsa yapacak bir şeyim yoksa- ki eğer minicik bir ihtimal bile varsa sonuna kadar zorladığımı etrafımdaki herkes bilir- o olumsuzluğa saplanıp kalmamak şeklinde. Diğer türlüsü zarar verir herkese en azından bana zarar veriyor. Duygularımı yönetmeyi öğrendim diyelim. Bir de babacığımın çok kullandığı bir söz vardı düştüğünde yerden bir avuç toprakla kalkacaksın diye, çok söylediğinden sebep sanırım beynime kazınmış, ben de öyle yapmaya çalışıyorum. Yaşadıklarımdan ders çıkarıyorum demek istemem ama en azından aynı hataları tekrar yapmamak için çaba gösteriyorum. İki senedir hayatımın hem en zor hem de en güzel anlarını yaşıyorum. Mesela bu durum benim kendi gücümü keşfetmemi sağladı. Ne kadar dayanıklı olduğumu, neler göğüs gerebileceğimi, ne kadar sabırlı olduğumu ve elbette ne kadar anne olduğumu :)

Her yıl gibi öyle ya da böyle, kayıplarımızla hayatımıza girenlerle ya da hayatımızdan çıkanlarla bu koskoca, ya bu yıl nasıl bitecek dediğimiz bir yıl daha bitti. Uzun uzun elbette yine bir sürü dileğim var. Öyle isterken bile bazen olmazken istemezsen hiç olmuyor. Dilemek adetten. Ama onları bir yere yazmak istemiyorum bu sefer. 2 senedir en sık tekrarladığım dileklerimden biri mutlu ama çok mutlu bir çocuk yetiştirebilmek. Bunu yapabilmek için de anlayış, güvenlik, huzur ve sağlık diliyorum. Sadece çekirdek aileme ya da büyük aileme değil, hepimize :) Gerisi mi gerisi bir şekilde gelir diyorum :)

Hepimize şimdiden iyi seneler olsun :)

13 Aralık 2016 Salı

Patla--MA



Her yerden herkesten yeni yeni haberler geliyordu. İnsanlar sürekli panik halindeydi. Herkes yanındakinin bombacı olabilme ihtimalini göz önüne alıp hızla geçiyordu tanımadıklarının yanından. Eşler alışveriş merkezlerine bile dönüşümlü olarak giriyorlardı, biri çocuğun başında durup diğeri işlerini hallediyordu. Olur da bir şey olursa çocuk sahipsiz kalmasın diye.  Aynı arabayı bile kullanmamak için imtina ediyorlardı. Sürekli bomba patlatılma ihtimali olan güzergahlar whatsapp gruplarında dolanıyordu, inansan bir türlü inanmasan başka türlü cinsten. Ne bilgi kirliliği bunlar diyebiliyorlardı ne de bununla yaşayabiliyorlardı. Oysa ki güvenlik sağlamak halkın mı göreviydi? Hatta dahası artık güvenlik sağlanabilinecek miydi? Dost sohbetlerinin yegane konusu bomba patlamasından ölmek üzerineydi. Kanser de neydi, hastalıktan ölmek artık kimsenin korkulu rüyası değildi. Yaşlılıktan ölmek mi o tamamen büyük bir lükstü. Ülkenin bir kısmı buradan nasıl giderizi konuşmaya başlayalı uzun zaman olmuştu. Gitmek, gidememek, kalmayı istemek. Hangisi daha iyi kimse bilmiyordu.

Tanımadıkları onlarca insanın yok yok yüzlerce insanın ölümüyle içi yananlar vardı. Ya kendilerine ya yakınlarına da denk gelirse, çünkü artık ölüm şehirdeydi, hemen iki adım ötesindeydi, yarım saat önce geçtiği yerdeydi, 10 dk sonra orada olacağı yerde ya da yanı başlarındaydı. Çünkü artık yolda yürürken ölüyordu insanlar.  Ayrıca sadece patlamalarla da geçmiyordu günleri. Gün geçmiyor ki bir kadının tecavüze uğradığı, bir çocuğun istismarı yaşandığı, kadınların şiddetin haberini almasınlar. Hatta bu kadarla kalsa iyi, yetmiyor ceza alması gerekenlerin serbest kalmalarıyla tekrar tekrar kahroluyorlardı. Herkes kendi geleceğinden, sevdiklerinin geleceğinden ama en çok da çocuklarının geleceğinden endişe ediyordu. Acaba "böyle bir dünyaya çocuk getirilmez" klişesi klişe olmaktan çıkıp gün geçtikçe kendini mi gerçekleştirir hale geliyordu. Gerçekten böyle bir dünya için bebekler çok mu temiz, çok mu masumdu. Sonrasında birkaç gün sonra herkes ikinci bir habere kadar normal hayatına dönüyordu. Planlar yapılıyor, iptal ediliyor gülünüyordu. Öyle ya insan olmak böyle bir şeydi. Canı gidince bile normale dönüyorsa insan böylesi de normaldi. Bir başka korku dalgası gelene kadar küçük hayatına geri dönüyordu.

Masal gibi değil mi? Uyudum uyandım geçmedi, gitmedi gördüm ki rüya değilmiş, gördüm ki ülkem aynıymış, korkum hala aynıymış.

30 Kasım 2016 Çarşamba

İşe güce kısa bir mola

Yıl içinde çalışıp yıl sonunda yani yazın dinlenenlerdeniz biz. Çalışma şartlarımız buna izin verdi en azından bu seneye kadar biz hep böyle olduğunu düşündük. Bu sene bir değişiklik yapıp minik tatillerle de dinlenmek gerektiğine karar verdim ve rotayı Özgür’ün doğum günü için Kapadokya’ya çevirdim. Yaklaşık 1 ay önceden bir otel ayarlayıp sessiz sedasız rezervasyon yaptırdım. Yaklaştığında, söylemek zorunda kaldığım bir zaman geldiğinde de söyledim planı. Kapadokya tercihim Özgür’ün daha önce gitmiş olmamasından sebepti. Hem belki balona da binerdik: ) Şansımıza hava Kasım sonu olmasına rağmen güzeldi ve bizim Cuma-Pazar arası mini tatilimiz başlamıştı.


Küçük bir otelde yer ayırtmıştım, belki gitmek isteyenler için yol gösterici olur. Otelin adı Jacob’s Cave Hotels. Nevşehir’de otellerin olduğu küçük bölgeler var, bizim otelimiz Çavuşin Köyünde idi. Burası dışında Avanos, Ürgüp ya da Göreme’de de kalmak mümkün. Bu bölgeyi tercih etmek için özel bir sebebim yoktu aslında ama gidince yanlış bir tercih yapmadığımı fark ettim. Özellikle seçtiğim otelin doğru bir tercih olduğunu söyleyebilirim. Otelimiz oda-kahvaltı küçük bir otel. Sahibi son derece nazik ve yardımsever biri. O kadar ki sırf ben rezervasyonda minik bir hata yaptım diye bize oda değiştirmeyi teklif etti. Onun sayesinde iki gece iki farklı odada kaldık ve odaların özellikleri farklı olduğundan oldukça keyifliydi.

Biz Cuma günü biraz geç vakit otele giriş yaptığımız için o gün sadece yemek için çıkabildik otelden. Aynı bölgede Seyyah Han diye bir restoran var orada yedik akşam yemeğimizi. Yemekleri güzel ancak bana kalırsa bölgedeki tek yer olmaktan sebep pahalı bir yer. Yani fiyat performans açısından uygun bir yer değil. Otele dönüp minik kafesinde çay yudumlarken ertesi günün planını yaptık. Biz biraz daha kolay olur düşüncesiyle bölge turuna katıldık. Güzel bir tercihti ama bugün gitsek kendimiz yapardık aynı geziyi. Bizim turu tercih etmemizdeki en önemli sebep dolaşırken araba kullananın anı kaçırabilme ihtimaliydi ancak gidilen yerlerde hep durulduğu için böyle bir ihtimal yokmuş. Bu arada otel sahibi kendimiz gezmek istesek bize güzergah belirleyecekti.


Bebekle tur zor olur demişlerdi ama bence bebekle ya da bebeksiz fark etmezdi. En azından bizim için fark etmedi diyebilirim. Arada hiçbir şey kaçırmadım demek doğru değil ara sıra birimizden biri ortamdan uzaklaşarak fıtı fıtı gezen Arya’nın peşinden  gitmek zorunda kaldı ama sıkıntılı bir durum değildi. Gezdiğimiz yerlerde sadece 1 tane bebek arabasıyla gezen aile gördüm ki bence yerle arnavut kaldırımı ağırlıklı olduğundan oldukça zorlanıyorlardı. Dolayısıyla eğer yürümez kucak ister ama kucakta da o şeklide taşımakta zorlanırız derseniz sling/kanguru tarzı bir şeyin yanınızda olması işinizi kolaylaştırır. Turda yeni yerler yeni insanlar gördüğünden Arya’nın uykusu 2 saat kadar sarktı yani normalde 1 ‘de uykuya yatan bebe 3’te uyudu. Yanımızda onu taşımak için bir şey getirmediğimizden baba kucağını kullandık ve o şekilde uykuya daldı. Bu an tam halı dokuma atölyelerine gittiğimiz zamana denk geldi neyse ki J Neyse ki diyorum çünkü Arya uyuduktan sonra çay eşliğinde biz halı gösterisi islerken onu da mekandaki koltuğu yatırdık J Bahsetmeden geçemeyeceğim bir nokta elbette oradaki halılar. Öyle halılar gösterdiler ki beğenmemek mümkün değil ama almak da bir o kadar mümkün değil J Misal sorduğumuz bir halı 32.000 TL idi, diğeri 55.000 idi. Hadi kilim alalım dedik, beğendiğimiz kilim küçüktü ve 1.500 TL idi. Makine halısı kullanmaya alışkın bizler için oldukça pahalıydı. Alsak da kullanamayız ki insan nasıl basar o halılara:) 

Bize nefes oldu bu kısacık tatil, hem birlikte bir şeyler yapmış olduk hem de 2 günde sanki bir hafta dinlenmiş gibi hissettik. Çalışmaktan hatta ve hatta çalıştığın şehirden 2 günlük uzaklaşmak bile iyi geldi. Darısı diğer mini tatillerin başına. J



15 Kasım 2016 Salı

Seç-beğen-al :)

Uzun zamandır oyuncaklarla ilgili düşünüyorum, konuşuyoruz. Aylardan Mayıs,  Arya 4,5-5 aylıkken bir bebek ziyaretine gittik. O gün fark ettim ki biz hiç oyuncak almamışız bu kuzuya. Gittiğimiz evde yeni doğan bebeğin oyuncakları nasıl ilgisini çekti görmek lazımdı J Sonra en kısa zamanda hemen gittik aynı, sıktığında ses çıkaran ve elle kolay kavranabilen yumuşak oyuncaklardan aldık. Sonuç? elbette bir süre oynamadı, meğer her çocuk gibi o anlıkmış. Oyuncak almak, neden olduğunu bilmediğim bir şekilde hep ikinci plandaydı bizim için. Genelde evdeki her hangi bir şey ile bir oyun yaratmak daha cazip ve eğlenceli geliyordu. Mesela kağıt bardakları ters çevirip önüne koyarak toplamasını sağlamak ya da bardakların içine bir şeyler atmak bunlardan bazılarıydı.




Elbette bu bir tercih, ama genelde ailelerin sesli, ışıklı ve hareketli olan elektronik oyuncakları daha çok tercih ettiklerini fark etmemek pek mümkün değil.  Bizim ise genel olarak elektronik oyuncaklara karşı duruşumuz çok mesafeli. Çünkü elektronik oyuncakların çocuğa kazandıracağı becerilerin çok anlamlı olduğunu düşünmüyoruz. Bu noktada genel eleştiri “hep öğrenecek mi hiç sadece oyun oynamayacak mı bu çocuk” şeklinde çok yakın çevremden bizzat kardeşlerimden geliyor.  Ama yine de kendime destek bulabiliyorum (öpücükler Ezlem’e gelsin J). Elbette çocuk oyun da oynayacak ama elektronik oyuncaklar, bana biraz çocukla anne-baba arasındaki etkileşimi sınırlıyor gibi geliyor. Ayrıca elektronik oyuncakla yapılabilecek olan sadece o oyuncağın izin verdiği kadar, ama siz mekanik oyuncaklarla çok daha fazlasını yaratabiliyorsunuz. Bu bir zorunluluk değil tabi ki de. Sadece bizim hoşumuza giden. Mekanik oyuncakla hem çocuk kendi kendine oyun oynayabilirken, hem de illa bir şey öğrensin derseniz, sizin istediğiniz beceriyi onun istediği şekilde öğretmeniz mümkün. Üstelik bu oyuncakların özelikle satın alınması da gerekmiyor. Her şey oyuncak haline gelebilir J sanırım bu büyük avantaj, bizim için yani J

Elbette bundan da daha güzeli var, evde hali hazırda olan ama henüz oyuncak olduğu keşfedilmemiş şeyler var ya işte onlarla oyunlar üretmek. Zaten genel olarak bir süre sonra algısal olarak elinize geçen her şeye bununla nasıl oynasam niye bakmaya başlıyorsunuz J Ama çocuklar büyüyor elbette istedikleri oluyor, sizin almak istedikleriniz de değişiyor. Bu noktayı bu hafta bolca konuştuk aramızda. Bırakın mekanik ya da elektronik oyuncağı oyuncak gerekli mi kısmı konuşuluyor zaman zaman. Hepimizin aslında oyuncak ile çocukta kazandırmayı umut ettiğimiz şey yaratıcılık sanırım yani en azından bizim öyle. Elbette eğlensin bunu da istiyoruz ama bize kalırsa çocuk kendi kendine bir şeyler üretmeye başladığında, sembolik oyunlar oynama başladığında daha uzun süre ve kaliteli olarak eğleniyor.  Aslında benim derdim şu oluyor oyuncak seçerken. Çocuk çalıştırıp bakmasın, binip oturmasın illa ki bir çaba sarf ettin, her zaman bilişsel olmasa da fiziksel bir performans sergilesin.

Okumaya başladığımda şu cümlelerin benim düşündüklerimi daha güzel dile getirdiğini fark ettim. Demişler ki “The more a toy does, the less your child has to do” yani oyuncağın ne kadar çok işlevi varsa, çocuğa yapacak o kadar az şey kalır. Ayrıca bu tarz oyuncakların neden sonuç ilişkini anlama açısından da yetersiz olduğu da yazılmakta pek çok yerde.  Dolayısıyla öğrenme açısından da bakıldığında çocuk bir şeyler yapmak için ne kadar çok zihnini ve bedenini kullanırsa o kadar çok şey öğrenecektir denilebilir.

Genel olarak oyuncak seçimiyle ilgili dikkat edilmesi gerekenler için okuduklarımdan şunları özetleyebilirim.

  • Çocuğun pek çok amaçla oynayabileceği oyuncaklar tercih edilmeli
  • Çocuğun keşfetmesini ve problem çözme becerisini geliştirmeye yönelik oyuncaklar tercih edilmeli (yap-boz, bloklar, resim yapmaya yönelik eşyalar gibi)
  • Hayal gücünü destekleyici oyuncaklar tercih edilmeli (trenler, traktörler, oyuncak tabak ve yiyecekler gibi)
  • Oyuncaklar dışında çocukların gerçek eşyaları da oyuncak olarak kullanmasına izin verilmeli
  • Çocuğun aktif olacağı oyuncaklar seçilmeli
  • Hep birlikte oynanacak oyuncaklar da tercih edilmeli
  • Çocuğun duyusal gelişimi destekleyici olmalı 
Bunlar bazı kriterler ama anlatılmak istenen elbette bir oyuncak seçin ve bunların hepsini barındırsın değil. Oyuncak seçerken aklınızda olsun demek kadar aslında.

    Aslında bu anlamda da oyuncak seçerken değil belki ama oynama mantığı açısından baktığımızda “anne bana bırak” desin bebelerimiz. Onlar oynasın, eğlensin biz de mutlu olalım.

3 Ekim 2016 Pazartesi

Arya için kreş vakti :)

Geçen haziranda kızımı kreşe başlatma kararı aldık. Kreşe başladığında 21 aylık olacağı için aslında üzülüyordum. Çünkü hem bilimsel kaynaklara göre hem de benim şahsi fikrime göre bu yaştaki bir bebek için en doğru bakım yeri kendi evidir. Ancak bazen şartlar istediğiniz gibi gitmez farklı kararlar almak zorunda kalabilirsiniz. Aynen bizim yaptığımız gibi.




Eylül ay geldi çattı ayın tam 1’inde öğretmenlerin seminerlere başladığı gün fındığı da kreşe başlattık. Kendi kafamızda şöyle bir plan yapmıştık.   Öğretmenlerin seminerleri bitene kadar kreşe yarım gün gidecekti sonrasında da Özgür’ün ders programı neye uygunsa ona göre tekrar ayarlama yapacaktık.  Kreşe bir şekilde yolu düşenler bilir çocuklar için oldukça renkli bir ortamdır –ilk başta- J. Zaten mayıs ayında birkaç kreş gezerek eleme yapmıştık ancak son kararı ağustos sonuna bırakmıştık. Genelde eve yakın kreşler tercih edilirken benim işten çıkıp kızımı almam ya da ihtiyaç halinde daha hızlı yanında olabilmem adına tercihimiz iş yerime yakın bir kreş oldu. Etrafımdaki pek çok insanın da bildiği gibi kreş seçimimdeki ilk kriterim çıkan yemekler daha doğrusu ara öğünlerdi. Yalnız eğer bebenizi kreşe vermeye karar verdiyseniz yemek konusunda maalesef benim düşündüğüm kriterlerde bir kreş bulmak zor. Elbette bu aşamadaki pek çok ebeveyn gibi biz de hadi biz kreş açalım dedik de o da öyle açalım deyince olmuyor elbette. Anlaşılacağı gibi yemek konusunda en içime sineni seçip gözümü kulağımı kapattım J Aslında başka kriterler de var kreş seçiminde. Sanki şu şekilde sıralayabiliriz.

  • Sınıfın sorumluluğunun verildiği öğretmen okul öncesi öğretmenliği mezunu mu? Aslına bakıldığında çocuklarla oynamak ya da yemek yedirmek ya da iyi bakmak için illa lisans mezunu olmaya gerek yok. Elbette çoğumuz belki de hiç birimiz evde bakımda böyle bir kriter aramıyoruz. Ama iş kreş olunca insan şunu sorguluyor. Bu öğretmenlik bölümü bu iş için var bu kurumlar da aynı iş için var ise doğru olan okul öncesi öğretmenlerinin bu kurumlarda çalışmasıdır.
  • Özellikle alt yaş grubundan yani kreşlerin oyun grubu olarak tanımladığı gruptaysa bebeniz, o zaman bizim önceden bilmediğimiz ama sonradan önemini anladığımı bu oyun gruplarının 18-24 ay ve 24-36 ay olarak bölünmesi gerekliliği. Aksi durumda aralarında 6 aydan fazla olan çocuklar aynı etkinliği yapmak, oyunu oynamak durumunda kalacaklardır. Bu da ya bir çocuğun etkinliğe katılamaması ya da diğerinin sıkılması anlamına gelmektedir.
  • Eğer işiniz ve eviniz uzaksa ve benim gibi gün boyu işte oluyorsanız  hem ihtiyaç halinde çabuk ulaşmak için hem de iş çıkışı çok bekletmemek için imkanınız varsa işe yakın bir kreş seçin derim. Sabah zaten bir şekilde arabayla gittiğiniz için uzaklık çok fark etmeyecektir diye düşünüyorum.
  • Kayıt olmadan mutlaka yemek menüsüne bakın. Ben taktı mı takılıyorum bu durumlara ama siz yine de bakın J Bazı kreşler paketler gıdalar ve fazlaca şekerli ara öğünler veriyorlar en azından tercih edecekseniz de bilginiz olsun derim. Gerçi çocuk doktorunun şeker verdiği bir ülkede çok  da fazla bir şey beklememek lazım galiba J

Benim kendimce başka bir keşke dediğim şey vardı o da o yaş grubunda yabancı dil dersi olmamasıydı. Şansımıza o da denk geldi J Normalde yabancı dilin önemli olduğunu bilirim ve hatta keşke iki dille büyüyebilse diye düşünürüm. Ancak kreşlerdeki bu sistem bebeklerin öyle iki dille büyümesini sağlayan bir sistem değil bana kalırsa birazcık pazarlama ://

Peki kafamıza en yatan kreşi seçtik peki sonrasında ne oldu. Fındığım biz anlaşma yaparken oldukça keyifli bir şekilde kreşteki diğer bebeler ve öğretmenleriyle oynadı, ooo hem de kum oynadılar nasıl keyifli nasıl güzel. Bu arada önemli bir şey belirtmeliyim, bence en en önemlisi, kreşte bebenizin sınıfıyla kim ilgilenecekse siz anlaşmayı yapmak için orada dururken ilk tanıştığı, ilk oynadığı, onunla ilk ilgilenen mümkünse o öğretmen olsun. O öğretmenlere inanılmaz bağlanıyorlar ve sonra kendi öğretmeninin kabul etmeyebiliyorlar (tecrübeyle sabit)

Kreşe başlama günü geldi oryantasyon yapılacakmış ben de bir süre kreşte kaldım (5 gün kadar girişten çıkışa kadar) Sonra artık kendisi dursun dedik tamam ilk gün de sıkıntı yok öptük birbirimizi el salladık ve ben işime döndüm. Sonraki gün daha kreşin önüne geldik fındık başladı yok demeye. Aldım kreşe girdim başladı ağlamaya ve ben o günü de kreşte geçirmeye karar verdim. Cuma günü kreş öğretmenleri gitmemin daha doğru olduğunu söylediler ve ağlayarak giren kızım sakinleşince kreşten ayrıldım. Herşey çok güzel geçmiş Cuma günü ancak gel gör ki upuzuuuuuun bir bayram tatili araya girdi. Bizim için de gerçek anlamda kreş bayramdan sonra başlayacaktı. Bayramdan sonra tam gün gidecekti Arya. Bayramdan sonra kreşe geldik ancak bir ağlama hali, oradakileri dinleyerek ayrıldım kreşten, ikinci günde aynısı oldu ancak üçüncü günden itibaren tüm ağlamalar kesildi güzel ayrılmalar yerini aldı, hayal ettiğim gibi J Şu anda haftada üç tam gün iki yarım gün kreşe gidiyor ve ne girişte ne de çıkışta bir problem yaşamıyoruz.



Bir aksilik çıkmaz ise ben sıramı savdım ama kreş sırası bekleyen bebelere mutluluk anne babalara sabır dilerim J

20 Eylül 2016 Salı

Annelik hali




Annelik delilik diyorlar ya sanırım çok da yanlış değil. Anne olunca bir eleştirme hali bir beğenmeme hali geliyor üzerimize. Zaten hayatımızda yeterince zorluk var, yani sadece benim değildir herhalde yeterince derdi var sıkıntısı vardır hepimizin. Gün geçtikçe tahammülsüz oluyoruz, farklılıklara karşı saygısız oluyoruz. Oluyoruz da oluyoruz. Bakımlı olana kızıyoruz hatta o kadar ileri gidiyoruz ki iyi anne olmamakla suçluyoruz. Bakımsız olanı yadırgıyoruz böyle kadın mı olur diyoruz. Sosyal hayatına devam edenlere “nasıl olur da çocuğunun vaktinden çalarsın” diyip tü kaka yapıyoruz. Eve kapananları garipsiyoruz “ayy öyle yaşanır mı“ diyoruz. Ek gıdaya geçiyoruz “hııhhm o verilir mi el kadar çocuğua bu da bilmiyor hiç okumuyor diyoruz” . BLW yapanlara öyle çocuk aç kalır diyoruz ama çocuğunu eliyle kendi besleyenleri de beğenmiyoruz onlara da kulp buluyoruz. “çocuğunun ağzına tıkıştırıyor, çocuk oyunla yemek mi yermiş” diyoruz. Bitmiyor bebeklerimizin kilolarını boylarını yarıştırıyoruz, yetmiyor onların yaptıklarını kendi başarımız, henüz yapamamış olduklarını da başarısızlığımız addediyoruz.

Anne olarak pek çok şey savunuyoruz en azından ben savunuyorum. Hatta bazen ileri gidip kesin böyledir diyerek ısrarcı da oluyorum. Her zaman dediğim gibi mi oluyor elbette hayır. Ama bilinmesini istediğim bir şey var o da ben bir şeye “bence yanlış”  diyorsam ve fakat üzerine o yanlış dediğim şeyi yapıyorsam çaresiz kalmışımdır ama hala yanlış olduğuna inanıyorumdur. Dolayısıyla eğer ki birileri beni “ama öyle demiştin” diyerek alt etmeye çalışıyorsa onlara sadece hala öyle düşünüyorum diyebiliyorum ama içimden söylediklerimi buraya yazamam…

Ama bazen öyle şeyler oluyor ki yanlış olduğunu düşündüğüm şeyin aslında o kadar yanlış olmadığını görüyorum genelde öyle zamanlarda inat etmem, inadım tuttuğu zamanlarda da kendimi eğitmeye inat etmemeyi öğrenmeye çalışıyorum. Yani öyle ya da böyle sonunda pes ederim J

Şimdi peki durduk yere bunu neden yazdım. Bunlar hep kreş süreci yüzünden. Kreşlere çocukları ağlarken bırakmanın yanlış hatta tramvatik olduğunu düşünüyorum. Şahsen bunu kızım el sallayarak gittiğinde de böyle düşünüyordum son zamanlarda ağlayarak bırakmak zorunda kaldığımda da böyle düşünüyorum. Ben bırakıyorum diye “ağlaya ağlaya alışır” cümlesi benim için hala doğru değil hala. Şimdiye kadar kreşlerde çalışan insanlar ve durumu tecrübe eden anneler dışında konuyla ilgili ağlamasında bir sakınca olmadığını yazan bilimsel bir kaynak da okumadım. Kreş mevzusunu ve sürecini uzun uzun yazacağım zaten ama bu yazı buraca bebesi erken yaşta kreşe başlayan bir ananın çevresine haykırışı olarak dursun bakalım J

6 Eylül 2016 Salı

2016 tatili...


Ne yazdı ama. Aylar öncesinden yapılan tatil planları bir anda suya düştü. İşlere geri dönüldü. Uzun uzun yolculuklar yapıldı. Tatil başlamadan bitti. Başlamayan tatilden dönüş için  adaptasyon süreci başladı elbette bana 😒 tam bir hafta valizlerimi boşaltmadım ki izinler geri verilir diye neyse ki sonradan kabul ettim ve işime gücüme baktım ben de. Gün geldi ve izine çıkmamıza izin verildi. Elbette zaten izin verilirse diye plan yapmıştım ve onları uygulamaya koymaya başladım. Ancak kul plan yapar kader gülermiş hesabı o planların hiç biri tutmadı.  Hemen kısa özet geçiyorum.

Önce Marmaris’te bir çadır kampa gittik sevdiklerimizin yanına. 3 gün en güzel dinlenmeyi yaşadık, en güzel müziği dinledik, en güzel hamakta yattık ve en güzel haşhaşı yedik (arya bayılıyor).  Sonrasında normal plan azıcık arkadaş yanına Yalıkavak ve sonra Bodrum idi ancak hesaplar tutmadı. Allem ettik kallem ettik Yalıkavak’ı iptal etmeyelim diye uğraştık ve Marmaris merkezde 3 gecelik bir otel ayarladık. Planı da Marmaris ⇒Yalıkavak ⇒Eskişehir şeklinde değiştirdik istemeye istemeye. Gel gör ki kader burada da oyunumuzu bozdu ve gittiğimiz otel berbat çıktı. Bir gece kalıp çıkmaya karar verdik dolayısıyla diğer planları da iptal ettik. Ne yapalım derken Temmuz için ayarladığımızı otelimizi ayarladık ve rotayı Antalya’ya doğru çevirdik.

İyi ki çevirmişiz, şimdiye kadar gördüğüm çocuklar için en eğlenceli otelmiş meğer 😍IC Santai Family inanılmaz çok çocuk oyun alanı var. Çocuklar hem suyla ilgili bölümlerde rahatlıkla oynayabiliyorlar hem de kapalı ve açık oyun alanlarında. Bizim bebe küçük olduğu için bırakıp gidemedik ama özellikle 3 yaş üzeri çocuklar için aileleri inanılmaz rahat ettirecek bir otel. Yemekler çok güzel özellikle akşam yemekleri çok özenli. Yemek alanında yine çocuklar düşünülmüş ve ayrı bir alan yaratılmış. Hem ayrı oturma alanları var hem de ayrı menüleri. Otelde çocuksuz çift hiç görmedim sanırım zaten yaklaşık 500 odalı bir otelde minimum 500 çocuk olduğunu düşünürsek çocuksuz çiftler için çok da cazip bir yer değil bana kalırsa. Yani en azından çocuk olmasa ben gitmem diyebilirim. Ayrıca otelde çocuklardan ayrı vakit geçirmek için çocuk getirilmesi yasak olan ağaçların altında havuz ve hamakların olduğu bir yer var. Ancak millet olarak sanırım kural tanımazlığımız burada da devam ediyor biz bir şekilde bebesiz oraya gitmişken azıcık keyif yapalım demişken az da olsa bebeleriyle gelenler maalesef vardı. Bence otelin mottosu “dikkat bebek/çocuk çıkabilir” olmalı çünkü cidden her yerden çocuk çıkabiliyor.

Peki Arya ne yaptı bu tatilde? Bol bol suyun tadını çıkardı, ay ay ay diye diye fışkıran suların içinden kaydı, su kaydıraklarını keyfetti ve mini club nedir onu öğrendi 💃 yapılanlara eşlik edemedi belki ama kendi figürleriyle oynadı eğlendi. Evde bir mini club kurmamıza sebep oldu mesela. Bazı figürler aklında kalmış günde 10 kere yapmadan rahat etmiyor mesela 💃💃 Onun dışında tatilimizin son iki günü dayısı geldi onunla da bu keyfi paylaşmış oldu. Ve maalesef son gün hasta oldu. Yüksek ateş sonrası iğne oldu dönünce de doktora giderek yaz aylarında bol çocuklu mekanların vazgeçilmez hastalığı olan “el ayak ağız hastalığı” ile tatilimizi taçlandırdığımızı öğrendik. Neyse ki hafif atlattık. Kreş öncesi bağışıklık kazanmak iyi oldu ama sanki 😊

Sözün özü tatil iyidir, hele ki bebenin eğlendiği bir otele denk geldiyseniz süperdir. O nedenle ne yapıyoruz hemeeen önümüzdeki sene için tatil planlarımıza başlıyoruz. Ben yaptım bile 😆



1 Ağustos 2016 Pazartesi

Şanlı yuva Kuleli...

Evet onlar böyle diyorlardı en azından benim kardeşimin döneminde. 1845 yılına dayanan bir tarihi var ama Kuleli Askeri Lisesi ismini alması 1925’te olmuş.  Öyle görkemli ki binası, böyle denize nazır, kocaman, kendine konulan bu şanlı yuva isminin hakkını veren güzel okul. Gündüzü güzel gecesi daha da güzel okul. Kapatılmış bu güzel yuva. Ben hala bu güzel yuva diyorum çünkü orada hiç okumamış, sadece okuyan birinin ablası olmuş biri olarak gözlerimi doldurdu bu haber. Gerekçesi önemlidir, gereklidir o kısımları şu andaki duygularım için çok önemli değil. Bildiğim şey bu yuvada çok güzel anıları olanlar var. Bu yuvaya çocukluk yaşayabilecekleri, diledikleri gibi gezip eğlenebilecekleri yaşta ailelerini bırakıp gelenler var ve burada (en azından o zamanlar) fen lisesine gidebilecekken sadece bu işi yapmak istedikleri için orada olanlar var. Orada yeni arkadaşlıklar, yeni anılar biriktirirler, kendi kendine yaşamak nedir onun ilk adımlarını atarlar. Nizamı öğrenirler, paralarını yönetmeyi öğrenirler ama yine de çocukturlar o kadar ki dışarıda kola oradakinin 2 katı fiyatında olduğu için nasılsa aynı diye iki kola içerler J Küçük yaşta çok büyük hayalleri olan o güzel çocuklar…




Askeri liseye gidenler bilir, böyle bir yerde hep aklınız ailenizdedir. Çünkü dilediğiniz zaman göremezsiniz, dilediğiniz zaman yanlarında olamazsınız ama bütün bunlara rağmen asker olacaksınız ya güçlü durmalısınız. Mesela ilk vedada ayrılırken dönüp bakmazsınız, gözyaşlarınızı görmesinler diye. Bu liselerde okuyanların aileleri bilirler, çocukları güvenli yerdedir, evet diledikleri zaman göremezler, gelemez çocukları ama yine de mutludur o aileler. Mesela veda ederken son kez seslenmek ve bir kez daha sarılmak geçer içinizden ama yapmazsınız, gözyaşlarına boğulmamak için. Ama aynı zamanda azıcık da endişelidir.  İzinlerinde azıcık yüzünü düşük görse evladının hemen fazla disiplinden mi diye endişelenir. Çünkü adı vardır o disiplinin, askeri disiplin… Ama bütün bunlara rağmen gururludur o aile. Üstelik bu gurur sadece çekirdek ailesinin gururu değil tüm sülalesinin gururdur. Mesela daha intibaktan yeni çıkmış henüz hazırlıkta olan çocuğunun yemin törenine gelir göğsü kabarır. Üstelik kendi de gelmez büyük ailesinden pek çok akrabası da o gururu yaşamak için oradadır. Çocuğuna bölükte kendince önemli bir görev verilir, ailenin yüzünden güller açar, sanırsın genelkurmay başkanı olmuş.


İşte o yuva kapanıyormuş, kapanan Kule’liyle birlikte hem gerçekten bu işi hakkıyla yapmak isteyen öğrencilerin, hem de o göğsü bu gururla kabaran ailelerin umutları da beraberinde kapanacaktır. Geçmiş mezunlarının anıları duruyor şimdilik dillerde ve bu yuvada.  Hayat böyledir çünkü birileri haksız yere bir yere gelir, birileri o haksız yere gelerek gerçekten hak edip de orada olamayanların hakkını yer ve birileri o kişiler yüzünden hayallerinden olur…

25 Temmuz 2016 Pazartesi

Anne bana bırak !!

Blog yazmaya karar verdiğimde bunun BLW ile ilgili olması gerektiğini düşünmüştüm ve ismi ne olsun diye düşünmeye başlamıştım. Sonra bir arkadaşın fikri üzerine “anne bana bırak” ismi hoşuma gitmişti ancak bir türlü yazmaya başlayamadım. Sonra bu  BLW işi fazlaca popüler hale geldi zaten çokça blog açıldı gruplar açıldı derken benim için biraz anlamsızlaştı bu konuda blog açmak . Ama bir yandan da yine de bir şeyler yazmak, ufak da olsa olan biteni, yaşananlarla hem bir hatıra bırakmak adına hem de belki birine faydası olur diye düşündüğümden yazmak istedim. Aklımda önce BLW ile başlayan bu yeme işini Arya’ya bırakma durumunun ileride de devam edebileceği ve yaptığı kıyafet seçimlerinde de bu mantıkla devam edebileceğimi düşündüğüm için de değiştirmedim ismini. Sonrasında bir de işin içine ileride elbette onların zamanında bu blog işi halen devam ediyor olursa belki o da bir şeyler yazmak ister, annesinin ona bıraktığı bir şey olarak böyle böyle sürer gider gibi bir hayal de girdi.

İşte o günler geldi. Hani şu yemekle ilgili değil de kıyafetle ilgili kısmı. Tanıyanlar süsü sevmeyen genelde tüm seçimlerimi sadelikten yana kullanan biri olduğumu bilir. Gerçi baktığımda geçmişimin o kadar parlak olduğunu söylemek mümkün değil. Mesela kardeşlerimin sünnetinde annemin bana aldığı ve bugün olsa bir dakika tereddüt etmeden kızıma alabileceğim o kıyafet yerine gidip saten kırmızı ve üzeri siyah tüllü bir elbise diktirmişliğim var. Çünkü o zamanlar tüllü elbiseler girmek gibi bir isteğim vardı nedense J  Aynı şeyi kızımda yaşama ihtimalini hep göz önünde bulunduruyorum o nedenle. Neyse şu andaki tercihlerimi baz alırsak, şimdiye kadar kızıma aldığım her şeyi de bu sadelik doğrultuda seçtim. Ancak gel gör ki iş seçimle bitmiyor ben kendimce güzel kombinasyonlar yaparken şimdileri kendi seçimlerini yapma aşamasına geçen fındığım farklı kombinlerden haz alabiliyor J


Mesela bu fındığın yukarıdaki kombinindeki üst bir pijama iken, altı kışlık bir şort ancak gelen haberler illa bunları giymek istediği yönünde J mesela geçen akşam tam yatma vakti de başka bir şey giymek istemişti. He bazen oluyor bez dışında hiç bir şey giymek istemiyor mesela. Böyle anları da var. Ama ne dedik “anne bana bırak” o yüzden bırakıyorum J nasılsa bana kalırsa ne giyerse o en çok yakışan J

Şaka bir yana kendisi için tek dileğim hayatta yapacağı en kötü seçimlerin kıyafet olarak kalması.

Sevgiler J

23 Mayıs 2016 Pazartesi

"Hayır" her zaman gerekli mi?


Geçen gün kızımın yapmak istediği bir şeye “hayır öyle yapmayalım” dedim. Sonra birden dank etti. Neden hayır dedim diye düşündüm gerçekten geçerli bir sebebim yoktu. Durum şöyle gerçekleşti aslında. Akşam yemeğini yedik, sonra Arya su istedi verdim, sonra da kaşık istedi ve karıştırmak istediğini anlattı.  İşte tam bu noktada “yok kızım karıştıramayız”  dedim. Sonra birden o kadar anlamsız geldi ki. Durumu düşündüm neden böyle demiş olabilirim diye. Normalde suyla her koşulda oynamasına izin veriyorum zaten, ıslanması kirlenmesi gibi bir derdim de hiç olmadı, yemekle oyun birleşmesin diye düşünmüş olsam yemek de bitmişti, eee peki neden hayır dedim. Neyse sonra  hemen durumu değiştirip düzeltip verdim suyla kaşığı. Çok eğlendi kaşık kaşık su içti, karıştırdı falan. 


Aslında mevzu o anki tepki değil, ablam nam-ı diğer görümcem J bir kere davranışlarımızla ilgili bir noktaya dikkat çekip bizi uyarmıştı. Olumsuz köklü cümleleri çok fazla kullandığımızı söylemişti. Olumsuz köklü cümle derken “hayır”, “ağza sokmuyoruz”, “öyle yapmıyoruz” gibi cümlelerden bahsediyorum. Sonra kendi konuşmalarımızı gözden geçirme fırsatı bulduk bu sayede cidden ne kadar çok kullandığımızı fark ettik ve inanamadık. Şimdi pek çok insan “hayırı bilecek çocuk dediğin” diyor, diyecektir ama burada söylenen şey o değil. Elbette çocuğa hiç hayır demeyelim değil ama bazen çok anlamsızca dil alışkanlığımızdan ya da belki biraz çok farkında olmasak da benim dediğim olacak şeklindeki yaklaşımdan bahsediyorum.  Mesela çocuk kağıda çizerken boyayı ağzına götürdü biz hemen “ağzına sokma” gibi cümleler kuruyorduk. Oysaki olumlu cümleler kurarak da aynı sonuca ulaşmak mümkünmüş bunu öğrendik. Mesela o zamandan beri bu örnek için “sadece kağıda çiziyoruz” demeye başladık. Gerçekten yine bizim istediğimizi yaptığını gördük, üstelik bu sonuca ulaşmamız için daha uzun bir süre falan da geçmedi.  Buna bir nevi istenilen davranışa odaklanma olarak da bakabiliriz. Bu aslında "yemeğini bitirmeden oyun oynayamazsın " yerine "yemeğini bitirdikten sonra oyun oynayabilirsin" demek gibi.

Aslında bebeklere/çocuklara kullandığımız dildeki olumsuzluklar sadece bununla sınırlı değil, genel olarak biraz değişik hatta bana kalırsa azıcık kötü. Özellikle de büyükler işin içindeyse. Mesela sıkça duyduğumuz “küserim”, “giderim” veya sıklıkla duyduğumuz “başkasının annesi olurum” , “anne benim” gibi. Yoktur sanıyoruz ama maalesef hala var. Benim o an o çocuk adına “iyi tamam o zaman ben de başkasının çocuğu olurum” ya da “he he senin” diyesim geliyor. Genel olarak bu kadar dikkat etmeye gerek var mı diye düşünüyor olabilirsiniz ama özellikle iletişim söz konusu olduğunda bütün ilişkilerimizin temelini oluşturduğundan, asıl bu konuda çok dikkat etmeye gerek var diye düşünüyorum. Benzer şekilde bir de kıskançlık mevzusu var. Ne zaman ki iki çocuk bir araya gelse ve ebeveyn diğer çocuğu kucağına alsa hemen başlanıyor “bak bak seninki nasıl bakıyor”. Yav bakacak tabi aylarca kendinden başka kimse çıkmamış ki o kucağa. Çocuğa elbette garip geliyordur. Normalde kıskançlığın çocuklara öğretildiğini düşünmeme rağmen bazı kaynaklarda insanın doğası gereği bu duygunun var olduğunu okudum. Konu uzmanı olmadığımdan ısrarcı değilim bu konuda ama yine de bu duygunun yönetilebilir olduğunu düşünüyorum. Yani eğer biz böyle durumlarda bıt bıt edip bu tavrımızı devam ettirirsek çocuk için zaten yeni olan anne-babasının kucağına başka bir çocuk almış olma durumunu daha da sinir bozucu bir hale getirmiş oluyoruz, çocuğa da bu durumun çok olağan dışı olduğunu fark ettirmiş oluyoruz bana kalırsa. Sonrasında da o çocuk paylaşmayı öğrensin istiyoruz ya orada bir sıkıntı oluyor o zaman.


Kısacası eğer çocuktan şu an için olmasa da ileriye dönük beklentilerimiz varsa onların tohumlarını şimdiden atmamız lazım başka türlüsü pek mümkün değil. Aksi durumda  dönüp dönüp “ napalım bizim çocuk böyle” , “yapsın istiyorum ama yapmıyor” diyen ebeveynlerin sayısı giderek artacaktır. 

16 Mayıs 2016 Pazartesi

Neden 16 Mayıs? :)


98 yılıydı, ani bir kararla hiç bilmediğim hatta hatta adını bile duymadığım bir yere taşınma kararı almıştık. Ailemiz için daha iyi olacaktı biraz bunu biliyorduk aslında ama yine de hem gençlikten hem arkadaşlardan ayrılamamaktan çok zor gelmişti. Yeni okula, pek çok kişinin aksine, kendim gittim hatta okula gitmeyi bırak Ereğli’den Çaycuma’ya tüm işleri halledip kendim geçtim. Okula başladığımda uyuz diye tabir edilebilecek sinir bozucu bir görüntüm olduğunu söyledi sonradan arkadaşlarım. Ama aslında uyuz değilmişim ki hala hayatımda hepsi J

Neyse konumuz başka. 99 yılında bahar aylarıydı tanıştığımızda daha doğrusu kaynaştığımızda. Önce aynı sırada oturmaya başladık ki başlarda oldukça sıradan bir durumdu. Sonrasında başta matematik olmak üzere ortak ilgiler ve ortak zevkler, daha az teneffüse çıkmalar, daha çok vakit geçirmeler. Bakmışız arkadaş değilmişiz lise aşkı olmuşuz J Farklı şehirleri kazanmışız üniversitede, bir şeycik olmamış bize. Sonra yıl 2008 olmuş hadi evlenelim demişiz ve mutlu son J




Bugüne gelmişiz, çok kayıplarımız olmuş, çok zor zamanlarımız olmuş, duygudan duyguya sürüklenmişiz ama çok da güzel anlarımız olmuş, mesela bir kızımız olmuş, mesela ailelerimiz bir olmuş, kardeşlerimiz kardeş olmuş… Öyle böyle zaman geçmiş, tam 17 sene olmuş. Ama asıl mevzu tarihte J Neden 16 Mayıs?  Komiktir aslında, ikimizde bilmeyiz bu ilişki ne zaman başladı, bir gün oturduk gün belirleyelim dedik. Daha doğrusu ben dedim. Sonra ne zamandı diye düşündük, erikler olunca J ama tarih? Tarih yok, bilmiyoruz ki. O zaman hadi bir tarih bulalım dedik. Mayıs ayı olduğunu biliyoruz ama gününü bilemedik. Durduk düşündük dedik ki ailelerimizde öğretmen var demek ki maaş 15 ünde alınıyor, o zaman 16 sı olsun ki dışarı çıkabilelim harçlıkları alıp J İşte o gün bizim bütçeler de ortaklaştı, ayrılmamacasına…


Dedim ya çok zaman geçmiş birbirinden farklı birbirinden güzel duygular yaşamışız, çokça anı biriktirmişiz, kahkahalarla gülmüşüz. Şimdi dönüp bakıyoruz iyi ki de lanet ederek de olsa gitmişiz Çaycuma’ya, iyi ki tanımışım diyorum. Üstelik bunu Çaycuma ile birlikte giren herkes için söylüyorum ama en çok onun için ve onunla birlikte hayatıma giren yeni ailem için söylüyorum.

6 Mayıs 2016 Cuma

Kızıma...



Güzeller güzeli kızım,  ben kendimdeki bu eksikliği daha nasıl halledeceğimi çözemedim. Ama şimdiden bundan birkaç yıl sonra bana gelecek olası sorularını düşünmeye başladım. Belki bu eksikliği hiç hissetmeyeceksin, mesela ben hiç hissetmemiştim anneannemin olmadığını. İnsan varlığını bilmediğinde yokluğunu da çok önemsemiyor sanırım.  Ben yıllarca annemin neden hala bu kadar üzüldüğü anlamamıştım. Düşünsene kocaman kadın olmuş evlenmiş koskoca çocukları var ama annesiyle ilgili bir şey aklına geldiğinde hala çok üzülüyor. O zamanlar anlamlandıramıyordum. Şimdi ise hayret ediyorum o kadar yıl böyle bir acıyla nasıl yaşadığına, nasıl dayandığına…





Neyse belki hiç sormayacaksın ama ben sanırım azıcık korkuyorum o günlerin gelmesinden. Hem hiç önemsememenden hem de çok önemsemenden. Kreş zamanı olabileceğini düşünüyorum ve çok da uzak bir zaman olmadığı için biraz endişeleniyorum… Şimdiden düşünmeye başladım nasıl anlatırım, hadi anlattım eğer sen bir eksiklik hissedersen bunu nasıl gideririm diye. Ben gerçekten onları tanımanı çok isterdim, öyle benim anlatmamla olacak gibi değil. Hani bazen seni saçma sapan yani senin anlamlandıramadığın cümlelerle seviyoruz ya belki de ileride bu nerden çıktı diyebileceğin, heh işte onlar hep anneannen ve dedenin ağzında çıkması yüksek olasılıkta olan cümleler J Bu noktada bir delilik hakim sanırım. Zaten ailecek (büyük ailemizden bahsediyorum) bir araya geldiğimizde sıkça duyacağın ve bence ileride hiç yaşamadan sanki yaşamış gibi iyi anlatabileceğin güzel anıların olacak, göreceksin. O kadar güzel ve eğlenerek anlatacaksın ki herkes yaşadığını sanacak. Bu bizde bir gelenek sonuçta J (bunu da anlatırız sana ileride).

Canım kızım bizim kusursuz diyemesek de çok güzel bir ailemiz var, bu anneannen ve deden varken de böyleydi , şu anda da böyle. Bu aile sadece seni  değil birbirini de çok sevenlerle dolu. Hatta bunun ileride senin akrabalık ilişkilerinin tam oturtamamana sebep olmasından korkuyorum :) Mesela sen hala diyorsun, dayı diyorsun ama Çağan abin neden bana teyze, dayılarına da dayı diyor? :) bunlar hep sevgiden işte. Çok sevmekten, ayırmamaktan. Fotoğraftakiler sevmekten hiç vazgeçmediklerimiz sadece yanımızda değiller, Ama bazen böyle olması gerekiyormuş, insan yanında değilken de sevmeyi öğreniyor , özlemeye de alışıyor. Umarım sen de tanımadan sevmeyi öğrenirsin :) 

Şu anda en büyük isteğim babaannen, deden, dayıların, halan ve amcalarınla, kuzenlerinle ve elbette diğer sevdiklerimizle  anı biriktirebilecek kadar uzun vakit geçirebilmen. Benim biriktirdiğim kadar çok ve mutlu anılar biriktirmen ve en önemlisi olası olumsuzlukları kolaylıkla unutabilmen, affedebilmen J


Güzeller güzeli (ki bu anneanne lafıdır J) iyi ki hayatıma geldin, iyi ki bizim oldun. 

27 Nisan 2016 Çarşamba

Bebekle ilk tatil :)


Bir arkadaşımın hamileyken gezdiği bir fotoğrafının altına “Gez gez bunlar son gezmelerin diyecekler, ama bilmeyecekler ki bebekten sonra da gezeceksin ;)” yazmıştım. Aslında onu yazarken kızım daha  3 aylıktı ama ben tatil planlarını çoktan yapmıştım. Uzun (yaklaşık 1 aylık) bir tatil planlamıştık. Bir kısmında otele gidecektik bir kısmında da çeşitli şehirlerde tanıdığımız insanların yanına gitmeye karar verdik. Şimdiye kadar hiç otel tatili tercih etmemiştik o nedenle nasıl bir otel seçeceğimiz konusunda endişeliydim. Şu anda hiç anlam veremediğim bir durum ama o zaman bunun çok önemli olduğunu düşünüyordum. Neyse işin özü biraz araştırmadan sonra orta segmentte bir otel belirledik ve ona gittik. Şu anda endişemin yersiz olduğunu düşünmemin nedeni şu. Birincisi kızım daha hemen hemen  6,5 aylık olduğu için zaten ek gıdaya yeni başlamıştık ve izlediğimiz ek gıda yöntemi(BLW) nedeniyle zaten sadece bazı gıdaları tadacak kadar yemesi yeterliydi. Kalanında hali hazırda beni emdiği için bunun için bir otelin lüksüne zaten gerek yoktu J. Ama eğer siz kendiniz besliyorsanız bebeğinizi o zaman da “dur ben birazcık rahat edeyim kaşık mamaları var onlardan vereyim 5 gün ne olacak” derseniz otel size bunları sağlamakta ama “yok ben kendim besleyeceğim ama kaşık maması da vermek istemiyorum” derseniz de otelin sağladıkları arasında bebek için özel yemekler de varmış (-mış diyorum çünkü ben tecrübe etmedim). Bunun dışında otelin genel temizliğinin iyi olması açısından çok alt segmentte bir yerde kalmak biraz riskli olabilirdi sadece.  

Bebek dışında çok yoğun ve hem fiziksel hem de  duygusal anlamda çok zor bir zamandan geçtiğimiz için o yaz etkinlik peşinde koşmak yerine sadece dinlenebileceğimiz bir tatil istedik o anlamda da otel tatili bizim için gerekliydi. Eğer siz kendinizi daha enerjik hissederseniz bence etkinlikler bebeğe zarar vermeyecek şekilde seçilirse illa otel tatili de yapmak şart değil bebek var diye. Bebeği kendinize bağlayıp tracking yapabilirsiniz, tekne gezilerine çıkabilirsiniz. Hatta bana kalırsa dönüşümle dalış vs bile yapabilirsiniz J Yazdığım gibi bizim tercihimiz daha sakin bir tatil yapmaktan yanaydı o sene. Bizim bıdık suyu sever diye düşünmüştük ondan sebepte sanki yıllardır denize havuza gidiyormuşçasına simit (swimtrainer aldık, bebeği kavrayışı ve bebeğin duruş sekli açısından yüzmeye daha uygun geldi bize), uv korumalı mayo, güneş kremi ve littleswimmer bez aldık ve denizin ve havuzun tadını çıkardık J Gündüzleri o zamanlarda Arya 3 kere uyuyordu. Uyumadığı zamanlarda birlikte havuz da ya da çok sıcaksa odada geçirdik ancak o uyuduğunda kesinlikle kendimize gölge bir köşe bulup bir şeyler içip sohbet ettik. Ben biraz rahat etmek için biraz da seçtiğim ek gıda yönteminden dolayı tatilde kızıma gece yatmadan önce devam sütü vermeyi tercih ettim böylece hem biz turlarken o biberonla sütü içiyor hem de ben tok uyuduğundan emin oluyordum. Zaten sonrasında uyuduğu için de bizim de bir yerlerde oturup keyfimize bakma şansımız oluyordu. Bu şekilde hem baş başa hem de ailecek keyifli vakit geçirme şansımız oldu.
Her güzel şey gibi otel tatili de bitti tatilimizin ikinci evresi olan ailemizin ve tanıdıklarımızın yanına gitme kısmına geldik. Bu kısımda özel olarak anlatılması gereken bir şey yok gerçi ama şunu sıkça tecrübe ettik anne baba ne kadar rahatsa tatil o kadar rahat geçiyor (şu an sinirlenen istisnalar mutlaka vardır J

Aşağıda tatilde rahat davranmanız dışında yanınızda olsa iyi olur dediğim şeyler var, en azından biz bunları yanımızda götürdük.


Doktora danışıp gerekli ilaçlar (ateş düşürücü, böcek-sinek sokarsa diye, yanık kremi vb. Bizim doktorumuz özellikle ishal için maflor almamızı önermişti.)
Biberon, su ve suluk (eğer devam sütü almıyorsa sadece suluk, su olarak bebek suyunu 1 yaşına kadar kullan demişti bir doktor arkadaşım florür içermediği için. O yüzden yanımıza aldık)
Güneş Kremi (Uzun araştırmalardan sonra bir arkadaşında önerisiyle Trukid markasında karar kıldım memnun da kaldım)
Sinek Kovucu  (bir sitede okumuştum gerekli olduğunu  ve iyi ki almışım dediğim bir ürün buldum. Bella B Buzzy Bee, yazılana göre içinde okaliptüs ve limon var ağırlıklı olarak ve kimyasal bir şey içermiyor)
Simit (yüzmeyi destekleyen tutma sistemi nedeniyle swimtrainer tercih ettim)
Havlu (ben büyük havlu yerine iki tane ince tülbent götürdüm çok kullanışlı oldu, havuz ya da deniz kenarında havluyu şezlonga serip üzerine tülbenti sildim hem evden getirdiğim bir şeyi kullanmış oldum bebek için hem de havlunun sert dokusunun olası tahriş etme riskini ortadan kaldırdım )
UV korumalı mayo-bez, şapka  (bir arkadaşımızın kızının küçülenini kullandık, bez de huggies little swimmer aldık, başka marka var mı onu bile bilmiyorum)
Ateş ölçer (ihtiyacımız olmadı umarım sizin de olmaz)
Şampuan (evde kullandığımızı ufak bir şişeye doldurup götürdük J)
Body (evde ne kadar varsı hiç tereddüt etmeden alın, terliyor, kirleniyor, ıslanıyor günde birkaç tane bile değiştirilebiliyor, herhalde verdiğim paraya hiç acımadan tepe tepe kullanılan tek kıyafet onlar. Genel olarak hep tek body ile gezdi bir tek akşam yemeğinde altına da ince bir şey giydirdik yanlış hatırlamıyorsam)
Uzun kollu bir iki şey (aslında 1 tane yeter ama biz iki tane aldık iyi ki de almışız çünkü kirlendi J)
Pişik kremi, bez, oyuncak, Tırnak makası (oyuncağı bir tek arabada yolculukta kullandık, tırnak makasını hiç kullanmadık)
İnce bir battaniye (akşam biz gezerken pusette uyuduğu için ve benim de uyuyanın üzerine kar yağar inancım olduğu için her akşam kullanıldı)
Ek gıda için malzeme ( mama önlüğü, mama kaşığı ne ihtiyacınız varsa. Biz tek kullanımlık önlük aldık ancak otelde varmış zaten bittiğinde oradan devam ettik. Onun dışında kızım zaten eliyle yediği için mama kaşığı vs. hiç gerekmedi. Mama sandalyesi de tahmin edersiniz ki vardı J)

18 Nisan 2016 Pazartesi

Zorlu hafta sonu :)


Bu toplumda anne olmak zor valla. Ne yapsan ne etsen seni eleştiren birini de buluyorsun senin beğenmediklerin de çok oluyor. Sadece 2 güncük hafta sonunda başıma gelenlerin yazıyorum şimdiJ

Cumartesi  günü sadece yarım saatliğine sitenin parkına indik kızımla ve “yazııık” hanemize bir yenisi daha eklendi J Sitenin çardağına sohbet etmeye inmiş hatunlar gofret teklif etti, kibarca reddettim (sağlıklı besleyen anneyim ya ondan sebep hihihihJ) sonra neden o mu yiyormiyor siz mi vermiyorsunuz sorusuna “ben vermiyorum” deme gafletinde bulundum sonra da hooop bir “yazııık” çat diye yapıştı suratımıza. Bebe de mama diyince o arada “ama bak istiyor”lar geldi peşi sıra. “çocuk işte her şeyi ister” diyebildim sadece. Şimdi ben nasıl anlatayım Arya’nın aslında gofreti istemediğini çünkü tadını bilmediğini, orada o hışırtı çıkaran şey yaprak olsaydı onu da isteyeceğini, içtikleri türk kahvesinin de kendisi için çok cazip olduğunu? Anlatamıyorsun, anlatsan da her zaman anlamayan bir grup çıkıyor. Evet çocuklar ister ama çocuk sen çay içerken gösterip istediği şey çay değildir. Sana eşlik edecek bir şeydir. Ver o an eline pekmezli su, elma çayı falan onu da itirazsız içer, ama çay verirsen onu da içer. Senin masanda olan her şeyi ister, gofret varsa onu da ister ama ver eline o an hurmayı gofreti gözü bile görmez J Bir tek Arya’mı değil hepsi böyle bu bebelerin. Yani demem o ki o bilmez ister teyzeler, siz de ısrar etmeyin biz anneler olarak biliyoruz durumu ve ona göre davranıyoruz. Ben senin çocuğuna ne yedirdiğine “ayyy yazııık, midesi çöplük gibi” demiyorsam sen de “yazııık” deme benim çocuğuma vermediğim abur cuburla ilgili.

Bu bebeler ay itibariyle sanırım kendi aydaşlarından pek hoşlaşmıyorlar, en azından Arya öyle, ama kendinden azıcık büyük olanların peşinden de ayrılmıyorlar. Pazar günü parka gittik yine yapışacak bir büyük abla ve onun topunu buldu elbette. Anneler tepkisiz olunca ben de olabildiğince uzaklaşmaya çalıştım oradan ama nafile. Gittik arabadan topu aldık ama yok illa o top.  Bu noktada anne en çaresizinden “çocuk işte, aslında kendi topu da var ama hep öbür topu istiyor” açıklamasını ağzından kaçırıveriyor (ben tuttum kendimi kaçırmadım ağzımdan bu arada) İşte sanırım anneleri bu noktaya getiren, bu açıklamayı yaptıran da yine öbür anneler ve onların bakışları, tutumları. Benzer şey bebek ağlarken de oluyor ya hep. Ağladığında bir bıraksak çocuğu sakinleşecek ama biz etraftan çekinip hemen sakinleşmesi için baskı yapıyoruz sonra da iş çığırından çıkıyor.

Sitenin parkına indik dedim ya orada bisiklet var öyle duruyor oynamıyor da kimse benim bebe de tutturdu binmek için. Bisiklet sahibi çocuk çekimser duruyor ama belli eğer annesi azıcık baksın dese izin verecek ama yok. Anne ondan daha çekimser davranıyor. Sanki orada biz yokmuşuz gibi. Genel olarak çocukların  her oyuncağını paylaşması gerektiğini düşünmüyorum ama bazı durumlarda bu konunun yönetilebilir olduğuna inanıyorum. Benim böyle durumlarda genel davranış şeklim eğer Arya’nın oynamadığı bir oyuncağıyla biri oynamak istiyorsa duruma dahil olup oyuncağı paylaşmasını sağlamak şeklinde. Elbette herkes böyle davranmak zorunda değil ama bazen gerçekten iş zorlaşıyor L

Demem o ki anneciğim, biz nasıl yetiştirirsek bu bebeleri öyle büyüyecekler, madem bir çoğumuz var olan düzenden rahatsızız o zaman daha elimizdekiler henüz bebe iken ufak adımlar atabiliriz, birbirlerini sevmeleri, paylaşmaları, oynamaları yönünde.


P.S. Bir de kızdı erkekti mevzusu var başımıza gelen. Bilen bilir pembe rengi pek sevmem ama giydirmem gibi bir iddiam da yok ama sevmeyince kıyafetlerinde de şimdilik ben seçtiğim için az bulunuyor. Neyse Pazar günü en renklisinden pembeli sarılı giydirip öyle çıktık dışarı. Dedim bitti artık kimse erkek demez heeeh demez, biri aaa kız mı dedi biri de küçük bey diye sevdi. Valla yuh dedim, olmaz ki insan azıcık kıyafetine bakar, napalım saçı yok saçsız yapmışız biz onu J Buradan yetkilere sesleniyorum, kız çocuklarının beline kadar saçla doğmadıklarını lütfen açıklayın J


7 Nisan 2016 Perşembe

blw (baby led weaning) ile ek gıdaya geçiş :)


Eyy bebeliler, her doğup da 6 aya gelen bebeler gibi biz de 6.ayda ek gıdaya geçtik. Hem çok eğlendik hem çok öğrendik.  Bebeklere ek gıdaya geçişte genelde doktorların önerdikleri hatta liste verdikleri bilinir. Hatta arkadaş tecrübelerinden hala bazı doktorların bulamaca evet dedikleri bile duyulmuştur L ama genel olarak bakıldığında ek gıda da bebek ilk başlarda az az tadım yapar bu arada hem yeni şeyler dener hem de alerjisi var mı diye de test edilmiş olur. Sonrasında aylar geçtikçe yediği miktarlar artar-bunlar genel geçerdir ve beklenendir ancak biliriz ki her bebe aynı değildir, biliriz ki dönemsel olarak bu bebeler bişiy yemezler J- artık 1 yaşında siz ne yerseniz onu yer hale gelirler. Yine çok bilindik kurallar vardır. Misal bu bebeler 1 yaşından önce şeker, tuz, bal yememelidir. Yumurta beyazı verilmez derler ama verilen örnekler de vardır. Kırmızı gıdalar daha çok alerjendir gibi.

Yaygın bilinenden farklı olarak bizim ek gıda serüvenimiz BLW (Baby Led Weaning) diye bir yöntemle başladı (beni bu yöntemle tanıştıran kuzum Songül’e kocaman öpücük) Bu konunun uzmanı değilim o nedenle hadi siz de öyle yapın aman da ne güzel yöntem demeyeceğim ama tam bir uygulayıcısı olduğum için bu yöntemin çok faydasının gördüğümü belirtmek isterim.  BLW uygulayan pek çok annenin aksine her zaman BLW nin en şahane ve üzerine daha iyi bir yöntem olduğundan ziyade annelerin bebeklerini  kendi uygun gördükleri şekilde  beslemelerinin kendi psikolojileri ve sağlıkları için daha önemli olduğunu savundum hep. Ama şunu demeden geçemeyeceğim. Bu yöntem gerçekten çok güzel ve yöntemin çocuğuna uygun olmadığını söyleyenlerin aksine tıbbi engellerin dışında BLW ye uygun olmayan bebek yoktur ama uygun olmayan anne vardır şeklinde düşünüyorum. Anne paniktir, kiloyu dert ediyordur, kiri pisi dert ediyordur o zaman gerilir gerginlik kendisinin bile tahmin edemeyeceği hızda bebeğe geçer ve o iş olmaz J  ya da anneye bu yöntem anlamsız geliyordur(bunun nedenini anlayamıyorum) o da ele beslemeyi tercih eder. Ama bildiğim şu ki her anne kendine göre bebesine en iyi yöntemi bulur. Ama anne milleti işte kendi yöntemini herkes için en iyi kabul eder ve diğer yöntemleri azıcık kötüler L - çok değil valla azıcık- J

Neyse, BLW nin özünde bebeğin kendi kendine yemesi yatıyor gibi görünse de anlamı bebek önderliğinde emmeden kesmektir. Sütten kesme ya da emzirmeyi bırakma denildiğinde antipatik gelse de mantığı bebeğin ek gıdayla yavaş yavaş tanışması, bu arada hala en temel besininin anne sütü olması, bebek karnını doyurmaya başlayınca anne sütü talebinin azalması şeklindedir. Misal kızım başlarda günde 8 kere emiyorken zamanla bunu 5’e sonrasında sırasıyla tek tek öğün bırakarak 3’e indirdi. Her ne kadar BLW bebeğin kendi kendine yemesi şeklinde yorumlansa da bebeğin kendi kendine yemesi de bana kalırsa sadece bir sonuçtur ve bu sonuca nasıl beslenirse beslensin her bebek bir gün ulaşır. Ancak o sonuca gidene kadar süreçte inanılmaz tecrübeler yaşaması işte BLW yöntemiyle ek gıdaya geçiş ile mümkündür J

Bebek neler mi kazanır? Öncelikle pek çok yerde ücretli olarak yapılan duyu etkinliği artık sizin evinizde sıklıkla yapılmaktadır. Bebeğiniz sert-yumusak, sıcak-soğuk, katı-sıvı olmak üzere sunduğunuz ek gıdanın her türlüsüne elini sürer bu da ona duyu etkinliği olur. Zamanla yumuşak gıdaları ne kadar sıkı tutması gerektiğini öğrenir, bir besini (bizim için bu ters dönmüş yarım Angela erik olmuştu) nasıl kavrayabileceğini öğrenir bunun için çeşitli yollar dener ki bu da çok ciddi bir problem çözme etkinliğidir. Ayrıca bebeğin süreç içinde karar verme mekanizması ve vucüdu üzerindeki kontrolü inanılmaz gelişir. Bu da eş zamanlı olarak özgüveninin gelişmesine katkıda bulunur.

Ek gıdaya geçmeden önce “O tabak Bitecek Mi?” kitabında okumuştum. Diyor ki “eğer bebeğiniz bir besini eliyle kavrayabiliyorsa onu yiyebilecek düzeye gelmiştir”. Buradan hareketle bebeğiniz kendi yediğini kendisi belirlediği için riskin azaldığını bile söyleyebiliriz.  Kitap demişken  her ne kadar BLW ile ilgili de olsa bana kalırsa ek gıdaya ilişkin yazılmış çok güzel bir kitap “O Tabak Bitecek Mi?” Gün yayıncılıktan çıkan bu kitap BLW’nin dilimizdeki tek çevirisi şimdilik. Ancak internette araştırdığınızda pek çok bilgiye ulaşmanız mümkün. Ben ilk önce instagramda birini takip ederek başladım öğrenmeye ve onun kullandığı etiketler sayesinde ilk uygulamaları gördüm (#derininmamagunlugu) sonrasında başka siteler başka internet annelerini takip ettim ve hemen akabinde de Facebook’ta kurulmuş olan BLW Türkiye grubunu buldum. Bana kalırsa şimdiye kadar gördüğüm en kapsamlı grup. Başlarda çok kalabalık bir grup olmamasına rağmen şu anda 25.000 i aşkın üyesi var ve üyelerinin çoğunun aktif olduğunu söylemek mümkün. İnanılmaz bilgiler ve inanılmaz tarifler paylaşılıyor. İnanının henüz ek gıdaya geçmiş yeni annenin aklına bile gelmeyen tarifler var. Ayrıca çok büyük bir tartışma grubu da. Kalabalık bir grup olduğundan adminlerin yetişemediği yerde grup üyeleri devreye girebiliyor her zaman. Yanıtsız kalan soru yoktur diye düşünüyorum.

Süreç başlarda aslında çok sıkıcı sadece bir öğün ve tek gıda veriyorsunuz. Ama bu süreçte yeni olduğunuz için işin heyecanından sıkılmaya fırsatınız kalmıyor. Sonrasında hele ki artık tatmadan yemek kısmına geçtiğinizde gelsin şenlik J gerçekten azıcık ağza, azıcık mama tepsisine, aa yere de gelmiş, amaan burada da varmış, ay tabak gitti düştü derken eğlenceli bir hal alıyor. Süreçteki en sıkıntılı görünen durum sıvıların yenmesi. Şimdi bu bebeler henüz kaşık kullanamadıkları için çorba falan içemiyorlar. Takip ettiğim internet annelerinden biri küçük mama kavanozlarıyla içirmişti ben de ondan sebeplenip öyle içirmeye başladım sanırım 8-9 aylık civarındaydı. Genel olarak çorbaların (tarhana çorbası hariç- kendisi pek bir kutsaldır benim için) sebze ve sudan oluştuğunu düşünürüm. Yani bebe sebze yiyorsa su da içiyorsa özel olarak çorbaya ihtiyaç yoktur.  BLW Türkiye grubunda bununla ilgili güzel bir yazıya denk gelmiştim. Buradan okuyabilirsiniz. Sonra bebe yavaştan kaşık kullanmaya heves ediyor bizim bu yaklaşık 10-11 aylıkken oldu o zaman da kıvamı çok sulu olmayan çorbaları kendi içebiliyor. Siz de “ayyy bu çocuk çorba içmeyecek mi” diyenlerden kurtulmuş oluyorsunuz.  Ama kaşık kullanmasıyla da başka bir süreç başlıyor. Yine gruptan bir admin ek gıda sürecini çok komik anlatmış. Tıklayınbak J Süreç genel olarak böyle bebe bir yiyor 3 yemiyor, bir gün bayılarak yediğini 4 ay ağzına sokmuyor. Sonra bir gün tekrar içine düşüyor ertesi gün hiç bir şey olmamış gibi yine tiksiniyor o yediğinden. Ama okuduğum pek çok yerde yazıyor ki bebeğinize güvenin. Çünkü onlar siz sağlıklı ürünler sunduğunuz sürece kendi vücudu için ihtiyacı olan besini seçerler. O yüzden başlarda ne yiyeceğini siz, ne kadar yiyeceğine onlar karar verirken, sonraları hem ne yiyeceklerine hem de ne kadar yiyeceklerine onlar karar veriyorlar.

BLW sürecinde nasıl olur acaba diye düşünülen bir konuda dışarıda beslenme. Mesela bebeğiniz küçükken (6-8 ay gibi diyebilirim) dışarıda emzirseniz yeter eğer çok uzun süre kalmayacaksanız. Ama içim rahat etmez derseniz buharda haşlanmış bir sebzeyi atın çantaya gidin kahveciye söyleyin kahvenizi, oturtun bebenizi sandalyeye siz kahve için o da kabak yesin J Ek gııda sürecinin ilk ayı tatile denk gelmişti bize. Hep bizimle birlikte sofraya oturdu ufak ufak tadım yaptı. Genelde daha önce denediği yiyeceklerden verdim ki o dönemde 5-6 tane yiyecek denemişti bile J Anlaşılacağı üzere hem bir iş için dışarı çıktığınızda hem de tatile gittiğinizde kolaylıkla uygulanabilir bir yöntem. Hatta anne baba ve bebeğin aynı anda sofraya oturup aynı anda kalktığı tek yöntem olduğunu söylemek mümkün.
Yo yoo ısrar etmiyorum ama yine de bir araştırın diyorum bu yöntemi. Bebenizin yapabilecekleri konusunda hayallerinizin yeterli olmadığını göreceksiniz ve ne kadar hızlı geliştiğine inanamayacaksınız.