Dinlememek, aslında dikkat etmemek ve mutlaka ama mutlaka biri hakkında bir tanımlama yapmak. Aslında hepimiz bu uçan balonlar gibiyiz. Aynı gökyüzünde ama birbirine değmeden. Ama aynı gökte yaşamak için bile kurallar var. Mesela birbirinin irtifalarını sürekli kontrol etmeleri lazım, yükselirken haber vermeleri lazım gibi. Ama işte bir farkımız olmalı öyle değil mi?
Tarihinden emin olmamakla birlikte henüz doktoraya yeni başlamıştım ve Pamukkale Üniversitesinde kadroya başvurmuştum. Şu anda bu gereksiz bir detay konuyla ilgili ama konunun geçtiği yer Ankara'da Bilkent'e giden bir otobüs. Yanımda da can bir arkadaş. O zamanlar fark etmiştim insanların aslında birbirini dinlemediğini. Arkadaşıma, otobüste giderken insanların sanki bir şey anlatırken sırasını beklediğini, karşısındaki sustuğunda da kendini, işini,yeğenini ya da çocuğunu yani o anki konuşulan konu neyse onun muadilini anlatmaya başladığını söylemiş, dert yanmıştım.
Bir zamandır bunun üzerine düşünüyorum. Neden böyle diye. Çünkü açız cidden çok açız. O kadar kendimizle ilgili bir şey anlatmamaya alışmışız ki ya da o kadar bastırılmış ki duygularımız böyle çıkabilecek bir yer bulunca hemen hortluyor. Sazı elimize alınca da bırakamıyoruz. Anlattıkça anlatıyoruz. Kendi derdimizden başka dertleri göremez oluyoruz, kendi sevincimizden diğer mutluluklara yeterince ortak olamıyoruz ki bence zaten mutluluk paylaşmakta kötüye ahlanmak kadar iyi değiliz. Mesela mutlulukları üzüntüleri konuştuğumuz kadar konuşamıyoruz çünkü muhtemelen alışık değiliz.
Hepimizin hayatında vardır hayatımızdan bir süreliğine ayrılanlar ya da sadece bir şey sormak için arayıp anlatacaklarını anlatıp, kendi dertlerini yükleyip, fikir alıp hop bir anda bir sonraki ihtiyaca tekrar iletişim kurmayanlar. Özellikle bu grupla ilgili ne yapabileceğimi bilmiyorum. Geçen kardeşim geldi dedi ki çok anlam yüklüyorsun arkadaşlıklarına. Belki de öyle gerçekten belki de arkadaş işte aklına esince ara, görüşmek istersen görüş istemezsen arama diyebilmeliyim. Aslında öyle arkadaşsız yaşayamam diyebileceğim bir yapım yok ama yine de bu konuda kırılgan olduğumu fark ediyorum artık. Kırılmakta haklıyım ya da haksızım bunun da bir önemi yok çünkü bu duygularla ilgili bir şey ve kırılmışsan durumda hak aramazsın.
Bazen çok fazla şey bekliyormuş gibi hissediyorum ama sonra diyorum ki önemsediğin kadar önemsenmeyi beklemek çok da fazla bir şey değil. Balon değiliz sonuçta değil mi? Biraz olsun değmeliyiz birbirimizin hayatına.
Tarihinden emin olmamakla birlikte henüz doktoraya yeni başlamıştım ve Pamukkale Üniversitesinde kadroya başvurmuştum. Şu anda bu gereksiz bir detay konuyla ilgili ama konunun geçtiği yer Ankara'da Bilkent'e giden bir otobüs. Yanımda da can bir arkadaş. O zamanlar fark etmiştim insanların aslında birbirini dinlemediğini. Arkadaşıma, otobüste giderken insanların sanki bir şey anlatırken sırasını beklediğini, karşısındaki sustuğunda da kendini, işini,yeğenini ya da çocuğunu yani o anki konuşulan konu neyse onun muadilini anlatmaya başladığını söylemiş, dert yanmıştım.
Sonra yıllar geçti durum değişti mi elbette hayır. Evlendim aynı durum ev hayatı için oldu, işe girdim, iş konuları için oldu çocuğum oldu ki bu kaçırılmaz bir fırsattı :) Yapıyor muyum gerçekten bilmiyorum tek bildiğim bunun çok farkındayım ve üst düzey dikkat sarf ediyorum yapmamak için. Karşı taraf ne anlatıyorsa onun konusu üzerine odaklanıyorum, o konudan konuşuyorum. Genelde sorulmadan konu değiştirmiyorum hatta cidden bazen anlatmayı planladığım şeyleri sırf konu farklı diye bir başka sefere bırakıyorum. Eğer hevesle bir şey anlattıysam ve bu dinlenmeme ya da önemsenmeme duygusunu yaşadıysam, bazen durum boyumu aşıyor sinirleniyorum, bazen söylüyorum bazense kendi anlatacaklarımı anlatmamaya başlıyorum. Ama sonra çok içime kapanık oluyorum. Bazen dinlenmediğimden inanılmaz emin oluyorum çünkü aynı insanlar benle ilgili aynı soruyu 3 gün arayla sorup aynı oranda şaşırıyorlar, sanki ilk kez duymuş gibi. Dinlenmediğimden bazen çok emin oluyorum çünkü aynı konularda akıl isteyip aynı cümleleri duydukları halde 1 ay sonra yine soruyorlar aynı şeyi.
Bir zamandır bunun üzerine düşünüyorum. Neden böyle diye. Çünkü açız cidden çok açız. O kadar kendimizle ilgili bir şey anlatmamaya alışmışız ki ya da o kadar bastırılmış ki duygularımız böyle çıkabilecek bir yer bulunca hemen hortluyor. Sazı elimize alınca da bırakamıyoruz. Anlattıkça anlatıyoruz. Kendi derdimizden başka dertleri göremez oluyoruz, kendi sevincimizden diğer mutluluklara yeterince ortak olamıyoruz ki bence zaten mutluluk paylaşmakta kötüye ahlanmak kadar iyi değiliz. Mesela mutlulukları üzüntüleri konuştuğumuz kadar konuşamıyoruz çünkü muhtemelen alışık değiliz.
Hepimizin hayatında vardır hayatımızdan bir süreliğine ayrılanlar ya da sadece bir şey sormak için arayıp anlatacaklarını anlatıp, kendi dertlerini yükleyip, fikir alıp hop bir anda bir sonraki ihtiyaca tekrar iletişim kurmayanlar. Özellikle bu grupla ilgili ne yapabileceğimi bilmiyorum. Geçen kardeşim geldi dedi ki çok anlam yüklüyorsun arkadaşlıklarına. Belki de öyle gerçekten belki de arkadaş işte aklına esince ara, görüşmek istersen görüş istemezsen arama diyebilmeliyim. Aslında öyle arkadaşsız yaşayamam diyebileceğim bir yapım yok ama yine de bu konuda kırılgan olduğumu fark ediyorum artık. Kırılmakta haklıyım ya da haksızım bunun da bir önemi yok çünkü bu duygularla ilgili bir şey ve kırılmışsan durumda hak aramazsın.
Bazen çok fazla şey bekliyormuş gibi hissediyorum ama sonra diyorum ki önemsediğin kadar önemsenmeyi beklemek çok da fazla bir şey değil. Balon değiliz sonuçta değil mi? Biraz olsun değmeliyiz birbirimizin hayatına.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder