Aylar geçmiş, arada bazı yazılara bakmak için açmak dışında hiç girmemişim buraya. Normal mi? bence bugünlerde yaşadığımız hayat normal olabiliyorsa bence bu da normaldir :) Son yazıdan yaklaşık 1 ay sonra hepimiz evlerimizde daha fazla zaman geçirmeye karar verdik. Karar verdik yazınca bir havalı oluyor sanki bizim tercihimiz gibi di mi. Aslında eve tıkıldık tam olarak. Bir kısmımız buna karar vermemiş olabilir, bir kısmımız ise zorunlu olarak çalışmaya devam etti. Tam 3 ay hayatımızı zorunlu olarak yavaşlattık.
Evde durabilme lüksüne sahip bazıları gibi ben de evdeydim. Hayatımı yavaşlattım ve ilk kez bundan yana kötü bir şey hissetmedim. Yapmam gerekenleri askıya aldım, illa yapmam gerekenleri yaptım sadece ve hiç suçluluk hissetmedim. Bu yavaşlığın içinde kendime, eve, bize daha da çok zaman ayırdım ve gerçekten halimden memnundum. Bunları yapabilmenin, süreçte evde kalabilecek şansa sahipken sadece ya dışarıdan, marketten ya da kargodan gelirse virüs diye endişelenmenin gerçekten büyük bir lüks olduğunu etrafımdaki arkadaşlarıma defalarca söyledim. Görüşeceğin kişileri, gireceğin yerlerin sadece ama sadece senin kararın olması ne büyük rahatlıkmış işe başlayınca anladım bir kere daha.
Ve şimdi iş hayatına ufak bir mola, tatil zamanı :) Bu seneki yazı tatil öncesinde. Ne yaşayacağımı ön görerek, ne kadar mutlu kavuşmalar olacağını bilerek gidiyorum tatile. Çok canımlardan birini göreceğim misal bu sene, hem onu göreceğim hem de üniversite heyecanını ilk kez yaşadığım Trabzon'u. Orayı gördüğümde bolca Özlem abla diyeceğim, bolca Levent abi diyeceğim eminim. Bana orayı ne kadar çekilir kıldıklarını anlatacağım, henüz biz evlenmemişken nasıl abim, ablam olduklarını söyleyeceğim. Sonra onların hangi duygularına ortak olduğumu düşünüp, nasıl anılar biriktirdiğimi anlatacağım. Tüm bunlara rağmen yine de koşarak Ankara yakınlarına nasıl gittiğimi, bir daha gelmem ki diye düşündüğüm Trabzon'un bana Zeynep'i vereceğini bilmeden nasıl oradan ayrıldığımı, bir kere daha gitmek için en büyük sebeplerimden biri olduğunu düşüneceğim. Peşine Ereğli'ye, yuvama gideceğim, anne-baba evine. Belki yine ağlayacağım, saatlerce orada yaşadıklarımızı tekrar tekrar yeniden anlatacağım Özgür'e. Sahilinde dolaşıp, çok sevdiklerimi göreceğim. Mezarlara çıkacağım, sonra orada öyle bırakıp geri döneceğim defalarca yaptığım gibi. Azıcık kalbim sızlayarak, azıcık gözüm dolarak ama biliyorum tebessüm edecek bir anı bulup, eskisinden azıcık daha huzurlu bir şekilde. Bayram sabahı kahvaltısı için Çaycuma'ya gideceğiz sonra ve yine aklımda evlendikten sonra ilk bayram kahvaltısı için çektiğim karın ağrım gelecek. Nerede olacak, kimde olacak bu kahvaltı, her iki ailede ister bayram sabahının kahvaltısı orada olsun diye dertlenirken, büyüklerin çoktan ortaklaştığını, bizden habersiz bayram kahvaltılarını birleştirdiklerini ve bundan sonraki tüm bayram kahvaltılarının ortak olacağı kararını aldıklarını düşünüp ne şanslıyım diyeceğim bir kere daha. Kardeşlerimin bir kısmı uzaktayken bir kısmı dibimde olacak, annemin kucağına yatamayacakken, yatacak bir başka kucağım daha var ama diyeceğim, biliyorum bunu diyeceğim ve bu hakkımı sonuna kadar kullanacağım. Babamın "hallederiz" demesini duyamayacağım evet ama bakışlarında, sözlerinde sonsuz destek hissettiğim birinin varlığında güç hissedeceğim biliyorum. Minnoşa da "valla babannen ve dedene söyle" diyeceğim gönül rahatlığıyla.
Hepsi bitecek, hatta bazen "of gidelim ya artık evimize" diyeceğim ama sonra dönünce hemen tekrar olsun isteyeceğim. Cebimde biriktirdiklerimle evimize döneceğim, belki yeni başlangıçlara, yeni sürprizlere ama kesin huzura, mutluluğa...
Her ne kadar öngörülerim olsa da yine de sürprizlere açtım kollarımı, bakalım öngörümden fazlası ne gelecek diye :)