Sayfalar

16 Mart 2017 Perşembe

Annelik maceramda en sevdiğim ben :)

Sevgili Böyle Şeyler Olabilir blogunun yazarı hadi demiş yazın, nelerden hoşlanıyorsunuz kendi anneliğinizle ilgili. Üzerine düşündüm durdum valla ben seviyorum annelik yapma şeklimi. Hangi birini söylesem bilemedim :) Mesela kurduğum düzeni seviyorum. Böyle çok düzenli ama yine de çok serbest bir ortam oluşturabilmiş olmak çok mutlu ediyor beni. Özellikle yemek mevzusundaki rahatlığımı da seviyorum. Sadece yemek yemesiyle ilgili değil bu dediğim yemek yaparken de rahat olmak işimi çok kolaylaştırıyor. Misal evde yemek yok diye kendimden geçmiyorum hiç olmadı bir pide sipariş verip karın doyuruyoruz ve genel olarak sağlıklı beslendiğimizi düşündüğüm için bu noktada her hangi bir mutsuzluk da eksiklik de yaşamıyorum:) amaaa en çok bazı özelliklerimin annem gibi olmasını, yakınlarımın bende  annemi görmesini seviyorum, ona özlemim azıcık azalıyor böylece galiba :) Hande Özdinler yazmış ya annemin mitokondrisi bende kaldı diye işte tam da öyle :) Ben çok şanslı olduğumu düşünerek büyüdüm hep şimdi de aynı duyguyla büyütüyorum kızımı, evet ben ona sahip olduğum için şanslıyım ama o da benim gibi bir annesi olduğu için şanslı galiba :) Böyle duvar kenarında dertli oturduğuna bakmayın bence o da öyle düşünüyor :)





Yukarıda yazdıklarım evet cidden sevdiğim özelliklerim ama kendini övme kısmı başka bir durum. Böyle sorulunca aaa yazarım ne olacak gibi geldi oturdum yazmaya başladım ama yok insan kendini övemiyormuş ama övülmek de istiyormuş. Biri çıksın karşısına onu anlatsın istiyormuş, tanımadığı insanlardan bilmeden aldığı övgüler onu göklere çıkarıyormuş da yine de kendini övemiyormuş. Aslında ikisi de aynı şey değil mi kendimiz biliyor hatta söylemek istiyoruz aslında ama ayıp ki, söylenmez, insan kendini över mi hiç Annelik elbette zor çünkü hayatta ilk kez başka bir canlının bu kadar sorumluluğunu alıyorsun ama yine de bu zorluğu azıcık da biz üzerine koyarak artırıyoruz. Kıyafeti dert ediyoruz, yemeği dert ediyoruz, kiri dert ediyoruz ve en çok da yeterli miyiz diye dert ediyoruz. Sosyal medya da sürekli geçen bir cümle artık "çocuklarımız için daha iyisini/en iyisini yapmak" . Allah aşkına aksini düşünebilecek bir anne var mı? Hepimiz zaten bunu yapmaya çalışmıyor muyuz? İşte dolayısıyla bunu söylemeye de gerek yok bana kalırsa. O zaman bir süre sonra başkasının çabası ya da başkasının elinden gelen senin hedefin haline geliyor. Sonra da bunun peşi sıra yetersizlik duygusu  :) Zaten çalışanlarımız eve tüm günün yorgunluğuyla gelip evde dair bir şeyler yapıp bir de çocuklarına zaman ayırmak için çırpınmıyor mu ya da evde olanlarımız zaten yapılacak o kadar şey varken bir de bazen  sadece dört duvar görerek günü bitirmenin sinir bozukluğu olmasına rağmen yine de sakinliğini koruyup vakit geçirmiyor mu bebeğiyle. Hatta onlar bir de zaten evdeyim duygusuyla bizlerin yani çalışanların "aman bugün çok yoruldum, ütüler de yarına kalsın" bahanelerini yok sayıp daha çok yüklenmiyorlar mı kendilerine.


Ee bütün bunlar tamamsa daha neyin mücadelesi ki daha iyi anne olmak işi. Çünkü iş bir noktada artık çocuk için olmaktan çıkıyor. Senin diğer annelerle yarışına giriyor. İşte bana kalırsa bunun altında her şeye aynı anda sahip olmak isteme duygusu yatıyor. Tüm iyi oyuncaklara, en kimsenin aklına gelmeyen oyunlara, tüm güzel kıyafetlere, en değişik yerlere gitmeye, en güzel en özel yemeklere, en az yorgunluğa ama en yoğun zamanlara. 

Vallaha kendimiz için değil hepsi çocuklarımız için diye diye... 

8 Mart 2017 Çarşamba

Dünya yerinden oynar, kadınlar özgür olsa...

Tüm kanallarda reklamlar dönmeye başladı kadınlar günüyle ilgili. Daha önce de paylaşmıştım ve elbette biliyorum aslında emekçi kadınlar günü olduğunu ve tarihini. Ancak her ne amaçla kutluyor olursak olalım, yapamadıklarımıza söyleyemediklerimize karşı ya da koruyamadıklarımız için ya da ezildiğimizi düşündüğümüz için kutladığımızı düşüyorum. Kadınların ne kadar güçlü olduklarını duymaya ihtiyacı var mı bilmiyorum. Bana sanki aslında hepimiz öyle ya da böyle gücümüzün farkındayız da şöyle bir dursun, bir bekleyeyim şeklinde davranıyormuşuz gibi geliyor. 

Kimimiz başımıza gelen bir olayla bu sınırları keşfediyoruz, kimimiz anne olunca, kimimiz etrafında güçlü gördüğü kadınları örnek alarak daha küçük yaşta. Ben mi? aslında ben bu saydıklarımın hepsiyle ayrı ayrı farkına vardım gücümün, sınırlarımın. Annemi önceden yani küçükken daha çok fedakar olarak nitelendirirken aslında bu fedakarlığın altında inanılmaz bir güç yattığını ortaokul-lise yıllarında, meydan okumalarıyla anlamıştım. O zamanlar kadının gücünü kendinden aldığını, kendini değerli hissederse güçlü olabileceğini düşünüyordum. Şu anda ise bu düşündüklerimin kısmen doğru olduğunu. Annelikle eş zamanlı olarak yaşadığım bazı olaylar ise benim asıl gücümü keşfetmeme sebep oldu diyebilirim. İnsan gücünün, yapabileceklerinin ve dayanabileceklerinin sınırlarını muhtemelen bizim henüz algılamamış olmamış lazım. Yoksa hala hayatta en kötü şeyin başımıza geldiğini düşünüyor olmazdık sanırım. 

Yayınlanan reklamların ya da videoların tek bir güne indirgenmesi sinir bozucu elbette ama sanki artık farkındalığımız artıyor. Misal bundan 5-10 yıl öncesine göre bambaşka talepler içeren, bambaşka duruşlarla, bambaşka fikirlerle çekiliyor videolar. Belki bu da biraz da eşit hissetmemizden olabilir diye düşünüyorum. Evet bunun eşitlikle ilgili olduğunu düşünüyorum çünkü bu günün bende uyandırdığı ilk duygu eşitsizlik. Siz istediğiniz kadar eşit olduğunuzu savunun ve pek çok şeyi ona göre yaşayın yine de birileri maalesef çıkıp beyninizin etini sıyırarak size bunu hatırlatıyor. Kiminde bilim insanlığı erkeklere atfediliyor, kiminde bir işi iyi yapmak. Bunlar alışılagelmiş söylemler demek bence artık sinir bozucu. Alışmayalım, dilimizi değiştirelim, kadın demekten korkmayalım, insan olmanın, bir işi becerebilmenin cinsiyeti olmadığını kabul edelim. Tüm bunların dışında o "pozitif ayrımcılık" denilen şeyin de ayrıştırmanın, eşitsizliğin en alası olduğunu ve bunu sevimli şekilde, alttan alta gülerek ifade etmenin de bir yolu olduğunu düşünüyorum. İnsan olduğu için saygıyı hakkeder biri, işini iyi yaptığı için para kazanır ve iyi biri olduğu için sevilir.

Bir gün kadına özgürlüğü değil de insana özgürlüğü konuşabilirsek, kadının kıyafetleri değil de fikirleri tartışma konusu olabilirse ya da bir gün kadınların başarılarını böyle çok mucizevi bir şey olarak aktarmayı bırakırsak belki o zaman kadınlar gününü gerçek anlamıyla kutlayabiliriz.

Ama yine de madem bugün 8 Mart Kadınlar Günü, dünya yerinden oynar, kadınlar özgür olsa diyor ve sizi şu muhteşem, içimi coşturan, kadınlara yüklenenleri tek tek anlatan şarkıyla baş başa bırakıyorum.





6 Mart 2017 Pazartesi

Spa Keyfi :/

Hafta sonu Spa keyfindeydim 😂. Böyle yazınca da pek bir havalı oluyormuş en azından yazan için 😎. Ben böyle ayda mutlaka keyif sürerim demeyi isterdim gerçekten. Doğum günüm için bir sürpriz olarak gittim oldukça keyifli ama bazı yönlerden de sinir bozucuydu diyebilirim. Keyif kısmını herkes tahmin eder ama Spa keyfi neden sinir bozucu olsun ki? 


Kural tanımamazlık dediğimiz şey tam da bu noktada işin içine giriyor. Şimdi siz oraya böyle azıcık dinleneyim, stres, sıkıntı kalmasın diye gidiyorsunuz ya muhtemelen herkesin stres atma yöntemi birbirinden farklı. Benim anlamadığım daha doğrusu katlanamadığım insanların hala daha toplu halde kullanılan yerlerdeki o buralar benim için var tavrı 😠.

Sanılanın aksine kurallar çiğnenmek için değil uymak içindir. Hemen örneklerle taçlandırayım bu yazdığımı.  Spa için gittiğim yerde saunaya girince hemen sağda sobası var ve üzerinde kocaman “sobanın üzerine tasla su dökmeyiniz” yazıyor. Bunun anlaşılmaz bir yazı olduğunu düşünmüyorum hatta ileri gidip okuma öğrenmiş herkesin bunu anlayabileceğini söyleyebilirim. Peki ben orada dinlenirken sıklıkla ne oldu hadi tahmin edin? Biri girdi içeri ve ilk yaptığı su dökmek oldu, sonra biri daha girdi o da aynısını yaptı. Herkes benim gibi midir bilmiyorum ama o an ben beynimi boşaltmaya çalışma işlemini bırakıp neden orada yazılana uymuyorlar diye düşünmeye başlıyorum. Bu kadarla bitti mi bitmedi. Spa dediğimiz şey özünde sessizlik ve biraz kendi kendine kalmayı da barındırıyor bence, zaten girişte de kocaman “Spa alanına giriyorsunuz, lütfen sessiz olun yazıyor”. Ama içerisi hamam gibi. Hamam kültürünün bana uygun olmadığını düşünmekle birlikte kendi içindeki dinamiğe saygım var J Ama en nihayetinde ben tercih etmem. İçeriye çocukla gelenler var, onu geçtim jakuziyi çocuk havuzu olarak kullananlar var, bunlardan şikayet eden ama kendi aralarında son ses dedikodu yapanlar var, burası klor kokuyor ya da sıcak diye kapıyı açık bırakanlar var misal.

Bu yazdığım sadece birkaç saatlik anda yaşananlar elbette gün içinde, haftalar içinde inanılmaz çok karşılaşıyorum hepimiz karşılaşıyoruz. Komşularımızın olur olmaz saatlerdeki sesleri, trafikte saçma sapan hareketler, sinemada tiyatroda konuşmalar, toplu taşıma araçlarının (bakın ismini veren ne güzel demiş TOPLU TAŞIMA) içinde gereklilik dışı ve saatler süren telefon sohbetleri vs. Bakıldığında tüm kurallara uyuyor muyum bilmiyorum ama bildiğim başka birini rahatsız etmemek için gerçekten çok çaba sarf ediyorum. Hatta hatta birkaç adım ötesini bile düşündüğüm oluyor bazen.

Genel durum şöyle işliyor bence insanlarda. Bir kural ben uymak istemiyorsam aslında kural değildir. Yani benim için sadece benim o an rahatsız olduğum durumlar kuraldır. Ben yapabilirim, benim yaptığım o anlarda o kural artık kural değildir. Evet kimse açık açık bunu söylemiyor ama herkes böyle davranıyor. Halbuki eğer bir kural varsa 5 yaş da 55 yaş da o kurala tabidir. Eğer 5 yaş var olan kurala uymak için küçükse ya ortama getirilmez ya da yanındaki büyük onun bu sorumluluğunu alır. Almıyorsa ya da alamıyorsa o ortama getirilmemelidir, gelinmemelidir. 

Ee bu kadar rahatsız oldum da uyardım mı? Elbette hayır, çünkü bu tarz uyarılar sonrasında olası gerginlik halleri benim için her zaman başlı başına kaçılması gereken durumlardır. Olduğunda göğüslerim ama olmaması tercihimdir. Ben de o nedenle sessiz sakin kalabileceğim bir köşe bulup gürültüyü duymamak için elimden geleni yaptım ve bu şekilde mutlu bitirdim keyfimi. Darısı daha sakin olacağını umut ettiğim sıradaki keyiflere...


3 Mart 2017 Cuma

34 yıl :)

İki gün önce doğum günümdü, ben her bahar gelişini işte böyle doğum günümle kutluyorum J  Günüme şahane bir mesajla başladığım, inanılmaz mutlu eden bir instagram iletisiyle devam ettiğim ve onlarca telefon aldığım 35.yılımın ilk gününde, dedim ki bu yıl çok şey değişsin, değişebilir ama bazı şeyler değişmesin. Sevdiklerim mesela, onlar aynı kalsınlar.Tam 34 sene geçmiş, büyümüşüm bir sürü şey geçmiş başımdan, başardıklarım, başarısızlıklarım, mutluluklarım ve elbette ağladıklarım. 34 sene geçmiş doğalı, hep öğreniyorum diye düşünürken öğrenmediğim, bir türlü bazı şeyleri öğrenemediğim 34 yıl. Bir türlü geçmeyen zamana, bitmeyen haftalara, geçmeyen aylara dünmüş gibi anılarımızdan konuşmamız, olması çok garip değil mi? "Nasıl oluyor vakit bir türlü geçmezken, yıllar hayatlar geçiyor" J

Doğum günü mevzusu aslında yazmak için bir bahane oldu bana. En azından son bir seneyi şöyle bir gözden geçirmiş oluyorum bir yaş daha büyüdüğümde. Hatta bazen daha da eskilere gidiyorum. Bazen yorulduğumu hissediyorum özellikle son iki senede. Bakıldığında bu durum etrafımdaki herkes tarafından normal karşılanıyor ama dün biraz daha ciddi düşündüm bu konuda. Hatta ilk defa bunu biraz kafaya taktığımı söyleyebilirim. Anne olmaktan değil ama annemin babamın olmamasından. Şimdiye kadar yazmak istemediğim, hatta hatta çoğu zaman konuşmak istemediğim konular var. Hep aynı şeyler, aynı duygular elli kere konuşmanın anlamı yok ki diye düşünüyorum. Sanırım bunlar son zamanlarda beni biraz daha yoruyor ve ben böylece yoruldukça konuşmak istemediğim, konuşmadıkça da daha çok yorulduğum kısır bir döngünün içine giriyorum.


Mutlu olmak için bunca çaba sarf ederken arada çıldırdığım, mutsuzluğun dibine vurduğum, gerginlikten öldüğüm anlar da oluyor elbet ama duygularımı yönetmeye çalışıyorum her seferinde. Üzüntüyü ya da siniri ötelemek değil ama yaptığım bunu da biliyorum. Yani yaşamam gereken duyguları yaşıyorum kendimce. Misal son zamanlarda tabiri caizse cımbızla topluyorum mutluluğu etrafımdaki tüm negatifliğe rağmen.  Anne olmak böyle olmayı gerektirir diye düşündüğümden değil sadece bunun beni daha mutlu ettiğini bildiğim için yapıyorum bunu. Mesela çok değil 1-2 ay öncesinde ne yapsam da gitsem bu ülkeden diye düşünürken bugün daha sıkı sarılmaya karar veriyorum. Etrafımda olan onca kötü olaylara rağmen eve gittiğimde huzuru bulup sığınıyorum. Gece bir yolunu bulup kendime (kendimize)  vakit ayırmaya çalışıyorum, geç yatıp uykusuz kalmak pahasına. Hiç bir şey yapamazsam yatakta yarım saat uyumuyorum, düşünüyorum. Ama evet bu da bazen yorucu oluyor. Her sabah yeniden enerjimi toplayarak kalkmaya, belki daha iyi bir gün olur demeye çalıyorum. Haftanın hangi günü olursa olsun cuma tadında yaşamak istiyorum bu aralar. Çünkü sanırım ruhsal olarak çok yoruluyorum ve bu bana iyi gelmiyor.  Hayatımdaki hiç bir şey görev olarak görmemeye çalışıyorum ama çoğunlukla başarılı olamıyorum. Böyle miydim peki ben hep, elbette değildim, mesela çalışmaya başlamadan önce böyle değildim, mesela sevdiklerimle uzak oturmazken böyle değildim ve kayıplar yaşamaya başlamadan önce böyle değildim sanırım.

 Ah nerede 20 li yaşlarım” diyor ve sizi şu güzel parçayla baş başa bırakıyorum.


  




.