Sayfalar

21 Eylül 2018 Cuma

Güçlü yeşil

Hiç denemediğin bir şeyi denemek nasıl güzel bir şey. Deneyimlenenler senin yaşantınla birleştiğinde, yoğrulduğunda nasıl da anlam kazanıyor ve nasıl da daha etkileyici oluyor. Dün Arya'nın okulunun veli buluşması vardı, sadece velilerin olduğu, okulda bir gün içinde çocuklar neler yapıyor onun anlatıldığı ve elbette bir kısmının bizzat uyguladığımız bir buluşma :) Okula dair yazacak oldukça şey var ama beni dün kalbimden vuran, içimi sızlatan ve aydınlatan bir şey yaptık dün hep beraber. İsmi ıslak üstüne ıslak :)

Daha önce bir video paylaşmıştım, sağlıklı hücrelerin kanser hücreleri ile savaşını gösteren, hatta kendimi tutamayıp ağlamıştım. İzlemek isteyenler için 👇👇



Videoda kırmızı görünenler sağlıklı ve katil T hücreleriymiş ve mavi görünenler de kanserli ya da sağlıksız hücre. Kanser hücreleri dışarıdan vücudumuza giren hücreler olmadığından bazen T hücreleri tarafından görünemiyormuş. O zaman aklımdan geçenler çok türlü türlüydü. Sadece videoyu izleyip yazıyı okumadan önce inanılmaz bir öfke hissettim. İnsan hücrelere öfkelenir mi ben öfkelendim. Neden annemin ve babamın hücreleri savaşamamıştı diye kızdım onlara. Sonrasında böyle bir gülümseme geldi yüzüme, annemin "şimdi içeride savaşıyorlar gibi hissediyorum" dediğini hatırladım, gerçekten göz görülemeyen ama görüntülenebilen bir savaş varmış dedim. Sonra onların sağlıklı hücrelerinin de ya da T hücrelerinin de yorgun olabileceğini düşündüm, "her zaman iyilik galip gelecek değildi ya" dedim ve affettim o hücreleri :) 

Günler sonra beni tekrar bu konuya döndüren şey işte yukarıda, başta bahsettiğim ıslak üstüne ıslak diye adlandırılan bir etkinlik.Waldorf pedagojisinde bir anlamı var elbette ama benim yaşadıklarım, düşündüklerim, yüklediğim anlam o anlamdan daha kıymetliydi gözümde. Üç renk vermişlerdi, serbest bir şeyler yapmak için. Mantığı şu, ıslak 200 gramlık kağıdın üzerine sulandırılmış boya ile resim yapıyorsun.  Benim yaptığım şu şekildeydi 👇👇



İlk başladığımda öylesine sadece sarı bir eğri çizdim, sonra baktım üstüne mavi boyayla noktalar kondurmuşum, o ana kadar hiç bir şey düşünmemiştim. Sonra o mavinin sarı üstünde dağılımının inanılmaz büyüleyici olduğunu fark ettim. Yere düşen bir camın bir anda nasıl tuzla buz olduğunu göremezsiniz ya tam da o anı gösteriyordu. Kağıda dokunduğu anda sanki patlama yaşanıyor gibiydi. Önce hızla ilerliyor kağıdın damarlarında sonra hız kesiyordu bir noktada fark edilemeyecek hıza düşüyordu ilerleyişi, kuruyana kadar. Maviler bende üstte videodaki kötü hücreleri çağrıştırdı o an, ve yanına bir de kırmızı koyma gereği duydum ben de. İçten içe istiyordum ki kırmızılar mavileri yensin, dağıtsın, yok etsin. Sonra kırmızıları izledim,sarının üzerinde nasıl dağıldığını, maviye denk geldiğinde bir anlık hız kestiğini, sonra ona karışmaya başladığını. Hayır biri galip gelmiyordu, bir noktada karışıyorlar, bazı yerleri ise kendi renginde kalmaya devam ediyorlardı. Tam o anda hayat aklıma geldi, işte bu tam da hayat gibiydi. 

Ölümler, evlenmeler, çocuk sahibi olmalar, boşanmalar, şehir değiştirmeler ya da o an iyi/kötü diye tabir ettiğimiz durum her ne ise ondan sonraki hayatımız gibi. Bizde bıraktığı iz açısından geri döndürülemez ama bize yeni bir yol sunan hayat gibi. Mavi değil, kırmızı değil ama yeşil. Hem de güçlü bir yeşil, hem maviden hem kırmızıdan beslenen bir yeşil. 


19 Eylül 2018 Çarşamba

Çayınızı ne zaman alırsınız?


Ailemizden öğrendiklerimiz, onlar gittiklerinde bize miras kalıyor. En çok kızdığımız özelliklerini bir bakışımızda, minik bir düşüncemizde ya da duruşumuzda yakalıyoruz. Pes edişleri, ha gayret diyerek tekrar yola koyuluşları ya da sessizlikle kabul edişleri ama aslında içten çığlıkları. Benim de bolca mirasım var bana kalan. En fark edileni çözüme kendi kendime gitme çabam ve he deyip kendi bildiğimi yapmak için uğraşmam. Sorunlarla nasıl başa çıkarsınız? Kaçarak, üstüne giderek, görmezden gelerek ya da başka birine yükleyerek? Ben önceden azıcık kendimi dinleyerek, bolca çözüme odaklanarak, yeniden planlayarak halletmeye çalışıyordum. Bu da benim miraslarımdan biriydi çünkü. Ancak bir noktada artık bunun oldukça yorucu olduğunu fark etmeye başladım. Yardım almak ya da pes etmek de bir seçenek olabilir en azından, bunu kabul ediyorum. Genelde yardım istediğim anları gözümde canlandırdığımda bu anların hep fiziksel bir işte, duygusal desteğe ihtiyacım olduğu anlar olduğunu görüyorum. Dolayısıyla bu noktada yardım alarak işi çözmek beni epey rahatlatıyor. Diğer seçenek ise vazgeçmek, ben pes etmek diyordum önceden sonradan bir hocamın söylemesiyle vazgeçmek demeye başladım. Aynı şeymiş gibi düşünüyordum başta ama anlıyorum ki değil yani en azından hissettirdiği duygu aynı değil. Bunlar özel bir çaba sarf etmeden bana kalan miraslarım, hepsinin yeri, hatırlattıkları bambaşka ama bunlardan başka bir de onların sevdiğim yönlerini kendime miras edindiklerim var.


Hatırlıyorum bir dönem annem sabah hepimizden erken kalkıp kendine bir demlik çay demleyip sessizlikte içerdi o çayı.Sonradan çok sevdiğim biri bana "böylelikle kendine zaman ayırıyor" diyene kadar anlam verememiştim. Yani uyumak varken neden kalksın ki insan, zaten önünde kocaman bir gün var diye düşünürdüm. Şimdi anne olduğum yerden baktığımda insanın kendine ayırdığı o zamanın ne kadar kıymetli olduğunu defalarca deneyimliyorum ve artık daha iyi anlıyorum. Ancak hala anlam veremediğim ve hatta üzüldüğüm şeyler var bu durumla ilgili. Bugün ben kızım oyun oynarken de -ki bu ancak 3,75 yaşına geldiğinde kurabildiğim bir cümle oldu- bir yolunu bulup, ev işi yapmadan sadece kendime vakit ayırabiliyorken gerçekten anneme bu şansı hiç vermemiş miyiz? Sanırım bu üç kardeş olarak pek mümkün değil. Yani üç kardeşseniz tek çocuğa göre oynayabilecek çok oyununuz vardır. O zaman sebebi üç kardeş olmak olamaz. Bu durumda belki de üç çocuk annesiyseniz tek çocuk annesine göre kendinize ayıracak daha az zamanınız kalıyor da olabilir :)  Biraz daha büyüdüğümde annemle herkesten ayrı, yalnız vakit geçirmek için ben de saati kurup kalkardım. Hatta bazen ondan erken kalkıp çayını bile hazırlardım. Sabah hazır çaya uyanmanın mutluluk verici bir şey olduğunu o zamanlar anladım ve belki de o nedenle çok keyif alırım uyandığımda hazır çay kahve bulmaktan. Sonrasında da çayına, sohbetine ortak olur, kimsenin duymadıklarını, görmediklerini anlatırdım. Belki bencillikte belki onun kendine ayırdığı o zamandan çalıyordum ama kendisinin öyle düşündüğünü hiç sanmıyorum. Düşünmüyordur da ama istemiş ve o da öyle bir yol bulmuş kendine, yalnız kalabilmek için.

Çocuk olarak durduğum yerde annenin özel zamana ihtiyacı olduğunu anlamam neredeyse lise yıllarıma denk geliyor, anne olarak durduğum yerde ise insanın aslında hayatı boyunca o özel alana ihtiyacı olduğunu görebiliyorum. Bunu anne olduğumda görebilmemin elbette tek nedeni var, çünkü başka birinin sorumluluğunu bu denli aldığım başka bir an yok. Kendinize bekarken ya da çocuk sahibi değilken daha kolay alan yaratabiliyoruz ancak çocuktan sonra biraz daha çaba sarf etmek gerekiyor. Şansım erken uyuyan bir çocuk, annem gibi kalkıp çay keyfi yapamama nedenim de o erken uyuyan çocuğun bir o kadar erken uyanması :) ve ondan daha erken uyanamayan bir anne olmam. İşte o nedenle ben, o daha bebekken bile öğle uykusu, babasıyla dışarı çıkması ya da oyun oynamaları gibi zamanlarda “o uyurken ya da fırsatın varken sen de uyu, o zaman dinlenirsin” cümlesini “o uyurken yap kendine bir çay/kahve, kitap oku/dizi izle ya da öylece otur” diye uyarladım, herkese de hep aynı tavsiyede bulundum. Bu benim annemden miras kendime alan yaratma şeklim :)


10 Eylül 2018 Pazartesi

Ben-cilsiniz

Bencillik öğrenilen bir şey mi, yoksa bazı insanlar bencil mi doğuyor? Bu, haftasonu sıklıkla aklıma geldi hatta gerçekten anlam veremediğim anlar oldu. 2-5 yaş aralığında bir çocuğa sahip olan herkes bilir ki ergenlikte olduğu gibi o dönemde de tüm dünya onlar için vardır, sizin bir şey istediğiniz anlarda onların hep daha öncelikli söyleyecekleri, yapacakları vardır. Siz bir şey söylersiniz ama o an çok önemli işleri vardır ve siz her koşulda önce onun istediğini yerine getirmeli ve o dinlenmelidir. Uzman değilim ama 3,5 yaşında bir kızım var :) oradan az çok çıkarabiliyorum. 
senin dediğim gibi deeel benim dedim gibi :)
O da benim dediğim gibi olacak
benim beni ben be b :)
Bu yaz fena (burada mütevazı davranıyorum) tatil yapmadık, çünkü leyleği hava gördük gerçekten. Biz de hakkını verelim dedik. Gittiğimiz her yerde benzer şeylerle karşılaştık, defalarca nasıl olur dedik, oturduk üstüne konuştuk zaman zaman ama yine de elbette hiç bir şey yapamadık. Ama tüm bu gözlemler ve konuşmalar bana şunu dedirtti, bencillik ya da ismi her neyse, kesinlikle öğrenilen bir şey. İnsanın, özgürlüklerin sadece kendisi için  var olduğunu sanması, iş başkasının özgürlüğü olduğunda gözlerinin kör, kulaklarının sağır olması ve hatta agresifleşmesi... Bunlar doğuştan gelemez, bunu bebekliğe indirgemek küçüçük bebeklere yapılabilecek büyük haksızlıklardan olsa gerek. Pek çok filozof ve bilim adamı, insanın doğuştan bencil olduğunu belirtmiş hatta bunu hayvanların doğada kalma iç güdüsüne ya da üremeye dayandırmışlardır. Ayrıca Tıp dünyasında da insan beyninde "bencil" ya da "fedakar" olup olmamayı gösteren bölümler olduğu belirlenmiş. Dolayısıyla ortada bu kadar bilimsel bilgi varken  belki şöyle denilebilir, bencillik genetiktir ya da insan doğası gereğidir ama bencil olmamak öğrenilebilir, öğretilebilir. Bazı yerlerde bencil olmanın sadece kendini düşünmek değil önce kendini düşünmek olduğu yazıyor ama bence ikisi aynı şey hemen hemen. Benzer şekilde bencil olmamanın karşılığı benim için fedakar ya da önce başkalarını düşünmek demek değil. 

Ben hatırlıyorum, küçükken hep istediklerim hemen olsun isteyen bir çocuktum. Mesela paten istedim bir gün annemden, annem o an almadığı için çarşı ortasında onun yanından gitmiştim. Nereye gidecektiysem:), gidip otobüs durağında öyle oturmuştum gelsin diye. İnsan yaşattığını yaşamadan ölmezmiş diye bir şey var mı bilmiyorum ama eğer varsa benim çekeceğim çok. Tüm bunlara rağmen annem hep ne kadar uyumlu olduğumuzu anlatırdı. Bugün Arya büyürken anlıyorum ki o zamanlar uyum dediği şey aslında anne/baba ve çocuk arasında olanlar değil de çocuğun toplum içindeki davranışlarıymış. İşte bencil olmamayı öğrenmek de tam bu noktada devreye giriyor. Toplum içinde hepimizin edindiği yer bir diğerinden farklı değil ya da birimiz diğerinden daha az değerli değiliz. Aslında çocuğa başlı başına bunun öğretilmesi ya da hadi öğretmek demeyelim de fark ettirilmesi ona bencil olmamanın öğretilmesi demek. Elbette böyle büyük cümlelerle bir şey anlatmanıza gerek yok. Yaptıklarınızla, arada uyardıklarınızla çok rahat veriyorsunuz bu mesajı. Her çocuk aynı da değil kimi bu mesajı 2 yaşında kimi 5 yaşında alıyor. İşin kesin olan tek kısmı siz o mesajı vermeye istekliyseniz ve bunun için uğraşırsanız çocuğunuz mutlaka alıyor. 

Gece yarısı 1.30 da eğer biri çadırının kazıklarını çakıyorsa ya da saat 03.00 olağan sesiyle konuşup hemen dibindeki çadırda uyuyan onlarca insanı yok sayıyorsa bu işte gerçek anlamda bir gariplik var demektir ve bu noktada "aman bencillik insanoğlunun doğası gereği" demek ve tüm ihaleyi genlere yüklemek çok da anlamlı değil. Eğer ben 3,5 yaşındaki kızıma sabah 7.30 da sessiz konuşması gerektiğini anlatıyor ve ondan saygı, empati bekliyorsam 25 yaşındakilerden de aynı şeyi bekleyebilirim bence. Bizde durum şuna döndü; akşam otururken milletin konuşmalarını duy, gece birilerinin işgüzarlığından uyuyama ama sabah o birileri uyanmasın diye sessiz ol. Sessiz olmak durumundayız çünkü diğeri saygısızlık ve senin yaptığın saygısızlık sadece geceki insanları da etkilemiyor ki zaten saygının koşullu olduğunu da kabul etmiyorum. Belki konfor istiyorsan otele gitmek lazım diye düşünenler çıkacaktır ama burada beklenenin konfor olmadığını anlamamak biraz art niyet olur sanırım. Üstelik bu benim tek örneğim değil, toplu taşıma araçlarında başkasının özel hayatını duymak, girdiğin tuvaleti pis bırakmak ya da toplu halde bir şeyler izlerken birinin önünde ayakta durmak ve yoksaymak gibi daha öncede saydığım (bknz tık tık) başka şeyler de var elbette.  İşte bunların hepsi o bencil olmamayı öğrenmemekten, aynı 2-5 yaş aralığındaki çocuklar gibi önce benim dediğim, hep benim dediğim demekten. Eldeki çöpü dışarı atmanın altındaki en temel düşüncenin "nasılsa biz temizlemeyeceğiz" olduğuna eminim artık. 

Yukarıda da yazdım ya küçüklüğümle ilgili, biz hep tüm insanların çok değerli, her mesleğin önemli olduğunu duya duya büyüdük. Dolayısıyla da ben göreyim başka birinin görüp görememesi önemli değil ya da nasılsa şehirde çöpleri toplayan biri var diye de düşünmedik, yeri geldi en çok da birbirimizi  eleştirdik düzeltmek için. Çocuk bağırır ya da çok yüksek sesle konuşur, çocuk çöpünü yere de atar, çocuk başkasının oyuncağını elinden de çeker, iş bu noktada kimin nasıl davrandığında. Üstelik her zaman söylemenize de gerek olmayabilir. Siz sessiz konuşursanız, siz çöpü cebinize koyup çöpe atarsanız, siz özür dileyip izin isterseniz er ya da geç bu davranış öğrenilecektir. Evet çocuk bu düzeni şaşar, huyu da değişir, bir günü bir gününü hiç tutmaz hatta sizin ona örnek oluşunuza karşı sanki hiç öyle bir davranış görmemiş gibi de davranır. İşte bu noktada çocukluğundan bahsedebiliriz ama kocaman insanların bunları yapması ya da yapmaması durumunda ancak bir türlü bencil olmamayı öğrenememiş diyebiliriz.