Aman da aman büyümüş de konuk yazar mı alıyormuş :) Bilmem ki konuk yazar almak için büyümeye gerek var mı ama bizimki çok spontane gelişti, bence çok da tatlı oldu. Aslında amaç inanılmaz farklıydı ama amacını tamamlayınca bu şekilde blog yazısı olarak yayınlayalım mı ki acaba dedik. Taze annenin kaleminden, anne olacaklara gelsin madem siye düşündük ve işte karşınızda Özge'nin doğum hikayesi ve minik Selin'e kavuştuğunda hissettikleri :) Hep hayal ürünü gelirdi bu duygular bana ama demek ki değilmiş :) Ben okumalara doyamadım, sıra sizde.
Yaklaşık 40 hafta olarak bilinen bir-likteliğin,
iki-lik halini alması yaklaşıyordu. Son zamanlarda kafamda doğumla ilgili
okuduğum kitapların sayfalarını çeviriyordum sıklıkla. Duyduklarımdan oluşan
bant kayıtlarımı sürekli bozuk kaset gibi sarıp duruyordum. En çok duymak istediğim
ve beni en çok rahatlatansa normal doğumla dört çocuk dünyaya getiren, küçüklüğümden
beri her soruşumda o zamanlar anlamlandıramadığım bir duygu ifadesi ile
anneminkiydi: “Anne normal doğum nasıl?”, “Kucağına çocuğunu aldığında unuttuğun
bir şey. Nokta.” Bu cümle her seferinde annemin yüzündeki gevşek bir gülümseme
ile sonlanırdı. Ben de hep öyle hayal ederdim. Doktorumla doğum sancıları
hakkında konuşmuştuk. Su serpen bir yorumla “diğer sancılardan farklı, üretken
bir sancı” demişti. İster istemez kafamda doğum koltuğuna oturup oturup kalkıyordum.
Ve artık büyük güzel buluşma ve kavuşma için sabırsızlanıyordum. Belki oruç tuttuysanız
bilirsiniz ya da uzun sure aç kaldıysanız. Yemeği yeme zamanı yaklaştıkça
akreple yelkovan düşman kesilir birbirine. O artistik ilerleyiş sanki birbirini
pek de umursamayış halini almıştı. 38. haftanın 5. gününde doktor göbeğimden
eliyle yaptığı muayene sonucunda ultrasona yönlendirmişti. Hastanede ultrason sonrası
bebeği aramıza alma vaktinin geldiğini söylediler ve evden eşyalarımızı almamiz
için bir saat verdiler. Duyduklarım doğru muydu? Kızıma mi kavuşacaktım? İçimde
bir festival havasıdır koptu gitti. Çekilin yoldan haydi haydi acilin, kızım
geliyor... İşte hastaneye yatışım yapıldı bile. Suni sancı vermeye başladılar.
Kızım kapıyı doğum sancıları denilen kasılmalarla çalmaya başlıyordu. Ve ben
her çalışında kapıya koşuyordum. Amacım ona yolculuğunda yardımcı olmaya çalışmaktı.
Sakin kalmalı onun gelişine odaklanmalıydım. Kapı tıkırdatmaları artık yerini yavaş
yavaş gümletmelere bırakıyordu. Evet evet o da bana kavuşmak için sabırsızlanıyordu.
Bildiğin zorluyordu. Baya yüklenmişti. Anne açsana kapıyı diyordu adeta. En
sonunda birlikte e haydi yeter artık dedik ve buluşma...
İşte ancak
kendi doğumunuzdan sonra yerini doldurabileceğiniz bir hisle kavuşma. Daha önce
hiç ama hiç bir misafirin tattırmadığı olağanüstü bir tatla “Merhaba” deyip ağlayarak
selamlamıştı. HOS mu GELMİŞTİ? Yo yo ...Hophosgelmisti, cangelmisti,
balgelmisti... sanırım annemin yüzündeki o tuhaf gülümseme ile eşdeğer bir gülümseme
yayılmıştı yüzüme. Yoktu böyle bir şey. Ya da vardı. Ya da gerçek değildi. Ya da
öyleydi. Kızımmm... bir dakika bir dakika... o benim kızımsa ben de onun annesi
olmalıydım. Anne? O sıcacık vücudu hissedip sarılınca mı? Sanırım o an yeryüzü
ile tek bağlantım dışarıdan baktığında orada görülen bedenimdi. Nerede miydim? Bulutların
ustu? Iii-iii. Gökyüzü? Değil. Düşler ülkesi? Yok yok. O kadar da gerçek.
Adlandırmakta
ve benzetmede güçlük yaşıyordum. O kapı çalışlarına, zorlamalarına, en sonunda
e kime diyorum aç artık su kapıyı dedirten sancıların hepsine değermiş. Sancı
mi? Sancı neydi? Sancı onun kapı ziliydi o kadar. Sonrasında zorlayışları sırasındaki
hasarlar da zamanda tamir edilecek, iyileşecekti. Kızım gelirken azıcık ortalığı
dağıtmıştı ama olsun toparlanacaktı -ki toparlandı. Neyse misafirim ayakta kaldı.
O kadar yoldan gelmişti. Ben gibi yorulmuştu haliyle. Bu güzel kavuşmanın şerefine
ikimiz de dinlemeyi hakketmiştik. Dinlenmeliydik, sızmışız. Sabah gözümü açtığımda
kızımla ilk güneşe uyandığımızda bir an inanmakta güçlük çektim. O minnacik şey
karşımda duruyordu. Gerçekliğinden emin olmak için gözümü tekrar kapatıp açtım.
Gitmemişti. Yerinde ışıl ışıl duruyordu. Yanına yaklaşınca o buram buram
annelik kokusu burnuma gelmeye başlamıştı. Her yanımı sarmıştı. Yüreğime müreğime
her bir yanıma bulaşmıştı.
İlginç bir şekilde
içime sığdıramıyordum. Durup durup gözlerimden sızıyor, dışarı taşıyordu,
tutmaya da çalışmadım zaten. Bıraktım aktı. Anneselleşmeye başlamıştım. Aradan
5 ay geçti. Hani limonun bırakın adını söylemeyi adını bile aklınızdan geçirdiğiniz
de ağzınız sulanır ya işte aynen öyle. Kucaklaştığımız o essiz anları hatırlayınca
benim de yüreğim sulanıyor. Büyük bir aşkla tatlı tatlı o zamanları dün gibi anımsıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder