Herkes bambaşka şeyler atfediyor yeni nesile. Bir grup insan çok sorumsuz olduklarını, bazıları apolitik olduklarını, bazıları hazırcı olduklarını söylüyor. Bir kısmı çok zeki olduklarını söylerken ancak geneli "bu yeni nesilden bir şey olmaz"a varıyor bu konuşmaların. Bir grubu ya da birini yermek elbette en kolay şey, söyler söyler bırakırız ama iş biraz daha derine indiğimizde oldukça vahim bir hal alıyor.
Özel olarak gelmek istediğim yer aslında öğrencilerin özellikleri olduğundan bir nesil yok oluyor temalı bir yazıdan ziyade öğrencilik, öğrenciler nereye gidiyor ve neden kısmına odaklanmayı tercih ediyorum şu anda. 21. yüzyıl öğrenen özelliklerini kaynaklarda özgür ve özgün düşünen, çözüm odaklı hareket eden, çoklu görevler gerçekleştiren, hedeflerini kendi istek ve becerilerine göre belirleyen ve model olan, bilgiyi sorgulayıcı, araştırmacı, problem çözme becerisi sahip, öğrenmeyi seven, öğrenmeye meraklı, öğrenmede etkin ve yaşam boyu öğrenen, üreten, yaratıcı ve hayal gücü olan, gelecek nesillere aktaran/ışık tutan, çağın gereksinimlerine uyum sağlayan, teknolojiyi etkili kullanan ve teknolojiyi öğrenmek için kullanan şeklinde belirtilmiş.
Arkadaşlarım bu haftamın hem çok eğlenceli hem de çok sinir bozucu geçtiğini çok iyi biliyorlar da ufak bir özet geçeyim. Bu hafta üniversitemizde sınav haftasıydı dolayısıyla benim de derslerimin sınavları vardı. Ben de uygulama sınavı olan beş farklı grupta öğrenci gözlemleme şansım oldu ki zaten dönem başından beri aynı dertlerden muzdariptim, durum sadece en üst seviyeye çıktı o kadar. Yaklaşık 5 yıldır derse giriyorum ve biliyorum çok klasiktir ama her geçen yıl daha da kötü bir grupla karşılaşıyorum derslerimde. Kötüden kastın ne derseniz birkaç hafta önce, genel anlamında düşünmeyen ve hiç bir zaman çözüm üretmeyen öğrenciler olduğunu söyleyebilirdim . Ancak sınav haftasıyla birlikte başka özellikler de gözüme çarptı. Yukarıda 21.yüzyıl öğrenen özelliklerini yazdığım paragrafta özellikle bazı kelimeleri kalın hale getirdim. Asıl olarak bu noktalarda vereceğim örnekler ve söyleyeceklerim var. Deniyor ki 21. yy öğreneni düşünen ve çözüm odaklı ki zaten birinin bir çözüm üretebiliyor olması için o konu üstüne düşünmesi gerekir. Ancak maalesef yeni nesilin büyük çoğunlu çözüm üretmedikleri gibi sorunun da kendilerinden kaynaklandığına ihtimal bile vermiyorlar. Uygulama sınavlarından bu "excel çalışmıyor", "ben yapıyorum doğru eminim ama kabul etmiyor" gibi cümleler havada uçuştu ki yazılan tüm fonksiyonlar yanlıştı. Bir başka söylenen şey ise çoklu göreve uygun oldukları ancak bunun en ufak bir emaresini bile görmek mümkün değil. Çünkü zaten dinlemiyorlar, o an kendi uğraştıkları ya da odaklandıkları dışında hiç bir şeyi asla ve asla dinlemiyorlar ki bunun da epey örneğini yaşadım sınavlarda. Her soruya yüksek sesle ve belki size de yarar diye üstüne basarak cevap vermeme rağmen aynı sorunun en az 15 farklı öğrenci tarafından sorulması elbette tek örneğim değil:( 21.yy öğrenenlerinin hedeflerini kendi becerilerine göre belirlediklerinden bahsediliyor ancak çok üzülerek söylemek durumundayım ki öğrencilerimizin çoğunun hedefi bile yok. Kendi yaptıklarının, yapamadıklarının hatta anlatılanda anlamadıkları yerin bile farkında değiller. Abartmıyorum gerçekten, yaşayan bir sürü arkadaşım bu durumun en büyük şahitleri. İş böyle olunca üretici, sorgulayı gibi özellikleri tartışacak bir platform olmadığını anlamışsınızdır sanırım. Gerçekten bazı öğrencilerimizin yeni bir şey öğreneceğiz diye tabiri caizse aklı çıkıyor, kaldı ki bir şeyi hayal etmeleri söz konusu bile değil bana kalırsa. Böyle yazdığımda yeni nesile amma da laf söylemiş oluyorum biliyorum, ama yapmak istediğim bir nesilin ne kadar kötü olduğunu söylemek değil aslında. Geldiğimiz bu noktanın sebebini de neler yapabileceğimizi de çok düşündüm. Bu nesil çöp, çöpe atalım gitsin değil asla. Öncelikle ana sebebin ülkemizde sorgulamanın getirdiği olumsuz sonuçların olması olduğunu düşünüyorum ancak elbette bu tek başına geçerli bir sebep olamaz bu yaş grubu için. Beraberinde en büyük sebep elbette ailelerin yaklaşımı. Evet çok üzgünüm ama her kapı ailelere çıkıyor. Bunun çok yorucu olduğunu biliyorum ancak aile tutumunun ne kadar önemli olduğunu Prof Dr. Bengi Semerci çok acı bir olay sonrasında anlattı, okumak için tıklayabilirsiniz. Bu yazının üstüne bir şey yazacak kadar alandan değilim ama dört yıllık anne olarak da 7 yılllık akademisyen olarak da ailenin önemini defalarca deneyimledim. Çevresel faktörler de başka bir sebep olarak karşımıza çıkıyor, çocukların sahip oldukları, etrafında gördükleri gibi ama bu noktada da ebeveyn tutumu oldukça önemli.Çocuğumuz üzülmesin diye ona kıyamadığımız bazı anlar aslında ona kıydığımız anlar olarak karşımıza çıkıyor daha sonra. Eğitimin hangi kademesinde görev yapıyor olursanız olun mutlaka yapabilecek, katkı sağlayabilecek bir şey vardır. Eğer anaokulu öğretmeniyseniz zaten meraklı, sorgulayan, yaratıcı olan çocuklardaki bu özellikleri daha da pekiştirebilir, en azından yok etmemek için çaba gösterebilirsiniz ya da davranışlarının sorumluluklarını almaları konusunda destekleyici davranabilirsiniz. Eğer bir kurumda yöneticiyseniz belki öğrencilerin davranışlarında doğrudan bir değişiklik meydana getirmemeyebilirsiniz ama öncelikle öğretmenlerinizin arkasında durarak, velilerin okul ortamını kendi bildikleri gibi değiştirmelerine izin vermeyebilirsiniz ya da eğitimlerle değişime katkı sağlayabilirsiniz. Çocuklar büyüdükçe etki alanınızın azalacağını söyleyebilirim ama öğretmenlik yapıyorsanız, karşınızdakine patron gibi değil de öğretmen gibi davranarak en azından gelişimlerine katkı sağlamaya devam edebilirsiniz. En önemlisi de işinizi ciddiye alabilirsiniz. Mesela "amaan ben mi düzelteceğim" demeyebilirsiniz ya da " bir ben uğraşınca olmayacak napayım" diye düşünmeyebilirsiniz, işten, iş yükünden kaçmayabilirsiniz, rahatım bozulmasın demeyebilirsiniz yani en azından işinizi öğrencinin hem akademik hem de kişisel gelişimine katkı sağlayacak şekilde hakkıyla yapabilirsiniz. Öğretmenlerin çabasının tek başına yetersiz kalacağı çok bilinen bir gerçek. Dolayısıyla bu durumun süreçteki en büyük destekçisi elbette aileler olacaktır. Anne olduğum yerden baktığımda çocuk yetiştirmenin tüm keyifli yanlarına rağmen çok hassas bir süreç olduğunu defalarca tecrübe ettim. Dört yıllık anneliğimde, gözlemlediğim çocuklarda ve öğrencilerde en önemli noktanın, çocuklarımızı yetiştirirken sorumluluk almalarını sağlamak olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu noktada da ceza/ödül ve yaptığının sorumluluğunu alma arasındaki ince çizgiyi iyi fark etmek gerekiyor bence. Hepimizin en büyük isteği sanırım çocuklarımızın mutlu olması ancak bireyselciliğin hızla yaygınlaştığı günümüzde kişilerin kendi mutluluklarını istemesi ve bencil olmak biraz karıştırılıyor. Toplumun bir parçası olarak çocuklarımızın mutluluğunu isterken, her ne olursa olsun yeterli mutlu olsun, kırsız döksün ama yeter ki o mutlu olsun, başkasını üzsün, başkasının duygusuna önem vermesin ama mutlu olsun deme hakkımız olmamalı çünkü bu şekilde çoğumuzun şikayetçi olduğu bu girdaptan çıkma şansımız yok. Aile olarak, özgürlük dediğimiz şeyin de bir sınırının olduğunu, eleştirmekle saygısız davranmanın arasındaki farkı, istemediğini söylemenin de doğru bir yolu olduğunu, istediklerimizi elde edemediğimiz anlardaki hayal kırıklığıyla baş ederken başkasını suçlamamamız gerektiğini, bazı şeyleri yapamamanın sebebinin bazen sadece yapamamış, becerememiş ya da yeterli olmamamış olduğunu bilerek bu noktada sorumluluğu/suçu başkasına atmamanın önemini bilmekle ve öğretmekle yükümlü olduğumuzu düşünüyorum. Şimdi durup düşünme zamanı neler yapabiliriz. Ya kötüleyerek kendini gerçekleştiren kehanet misali gerçekten hiç bir işe yaramaz hale getireceğiz bir nesili ya da ufak ufak elimiz dokunacağız her birine yakaladığımız anlarda. Ya ebeveyn olarak, yetiştireceğimiz nesile daha çok dikkat edeceğiz ya da sınıftaki diğer çocuklara ve onları yetiştiren ebeveynlere suç atarak bir grup daha ekleyeceğiz şimdikilere. Ya öğretmen olarak suçu aileye atıp kenara çekileceğiz ya da bu noktada ben ne yapabilirim diye biz de kafa yoracağız. Hem eğitimci hem de aile olarak maalesef hem taşın altına elime koymayayım hem de iyi bir gençlik yetişsin deme hakkımız yok.
Özel olarak gelmek istediğim yer aslında öğrencilerin özellikleri olduğundan bir nesil yok oluyor temalı bir yazıdan ziyade öğrencilik, öğrenciler nereye gidiyor ve neden kısmına odaklanmayı tercih ediyorum şu anda. 21. yüzyıl öğrenen özelliklerini kaynaklarda özgür ve özgün düşünen, çözüm odaklı hareket eden, çoklu görevler gerçekleştiren, hedeflerini kendi istek ve becerilerine göre belirleyen ve model olan, bilgiyi sorgulayıcı, araştırmacı, problem çözme becerisi sahip, öğrenmeyi seven, öğrenmeye meraklı, öğrenmede etkin ve yaşam boyu öğrenen, üreten, yaratıcı ve hayal gücü olan, gelecek nesillere aktaran/ışık tutan, çağın gereksinimlerine uyum sağlayan, teknolojiyi etkili kullanan ve teknolojiyi öğrenmek için kullanan şeklinde belirtilmiş.
Arkadaşlarım bu haftamın hem çok eğlenceli hem de çok sinir bozucu geçtiğini çok iyi biliyorlar da ufak bir özet geçeyim. Bu hafta üniversitemizde sınav haftasıydı dolayısıyla benim de derslerimin sınavları vardı. Ben de uygulama sınavı olan beş farklı grupta öğrenci gözlemleme şansım oldu ki zaten dönem başından beri aynı dertlerden muzdariptim, durum sadece en üst seviyeye çıktı o kadar. Yaklaşık 5 yıldır derse giriyorum ve biliyorum çok klasiktir ama her geçen yıl daha da kötü bir grupla karşılaşıyorum derslerimde. Kötüden kastın ne derseniz birkaç hafta önce, genel anlamında düşünmeyen ve hiç bir zaman çözüm üretmeyen öğrenciler olduğunu söyleyebilirdim . Ancak sınav haftasıyla birlikte başka özellikler de gözüme çarptı. Yukarıda 21.yüzyıl öğrenen özelliklerini yazdığım paragrafta özellikle bazı kelimeleri kalın hale getirdim. Asıl olarak bu noktalarda vereceğim örnekler ve söyleyeceklerim var. Deniyor ki 21. yy öğreneni düşünen ve çözüm odaklı ki zaten birinin bir çözüm üretebiliyor olması için o konu üstüne düşünmesi gerekir. Ancak maalesef yeni nesilin büyük çoğunlu çözüm üretmedikleri gibi sorunun da kendilerinden kaynaklandığına ihtimal bile vermiyorlar. Uygulama sınavlarından bu "excel çalışmıyor", "ben yapıyorum doğru eminim ama kabul etmiyor" gibi cümleler havada uçuştu ki yazılan tüm fonksiyonlar yanlıştı. Bir başka söylenen şey ise çoklu göreve uygun oldukları ancak bunun en ufak bir emaresini bile görmek mümkün değil. Çünkü zaten dinlemiyorlar, o an kendi uğraştıkları ya da odaklandıkları dışında hiç bir şeyi asla ve asla dinlemiyorlar ki bunun da epey örneğini yaşadım sınavlarda. Her soruya yüksek sesle ve belki size de yarar diye üstüne basarak cevap vermeme rağmen aynı sorunun en az 15 farklı öğrenci tarafından sorulması elbette tek örneğim değil:( 21.yy öğrenenlerinin hedeflerini kendi becerilerine göre belirlediklerinden bahsediliyor ancak çok üzülerek söylemek durumundayım ki öğrencilerimizin çoğunun hedefi bile yok. Kendi yaptıklarının, yapamadıklarının hatta anlatılanda anlamadıkları yerin bile farkında değiller. Abartmıyorum gerçekten, yaşayan bir sürü arkadaşım bu durumun en büyük şahitleri. İş böyle olunca üretici, sorgulayı gibi özellikleri tartışacak bir platform olmadığını anlamışsınızdır sanırım. Gerçekten bazı öğrencilerimizin yeni bir şey öğreneceğiz diye tabiri caizse aklı çıkıyor, kaldı ki bir şeyi hayal etmeleri söz konusu bile değil bana kalırsa. Böyle yazdığımda yeni nesile amma da laf söylemiş oluyorum biliyorum, ama yapmak istediğim bir nesilin ne kadar kötü olduğunu söylemek değil aslında. Geldiğimiz bu noktanın sebebini de neler yapabileceğimizi de çok düşündüm. Bu nesil çöp, çöpe atalım gitsin değil asla. Öncelikle ana sebebin ülkemizde sorgulamanın getirdiği olumsuz sonuçların olması olduğunu düşünüyorum ancak elbette bu tek başına geçerli bir sebep olamaz bu yaş grubu için. Beraberinde en büyük sebep elbette ailelerin yaklaşımı. Evet çok üzgünüm ama her kapı ailelere çıkıyor. Bunun çok yorucu olduğunu biliyorum ancak aile tutumunun ne kadar önemli olduğunu Prof Dr. Bengi Semerci çok acı bir olay sonrasında anlattı, okumak için tıklayabilirsiniz. Bu yazının üstüne bir şey yazacak kadar alandan değilim ama dört yıllık anne olarak da 7 yılllık akademisyen olarak da ailenin önemini defalarca deneyimledim. Çevresel faktörler de başka bir sebep olarak karşımıza çıkıyor, çocukların sahip oldukları, etrafında gördükleri gibi ama bu noktada da ebeveyn tutumu oldukça önemli.Çocuğumuz üzülmesin diye ona kıyamadığımız bazı anlar aslında ona kıydığımız anlar olarak karşımıza çıkıyor daha sonra. Eğitimin hangi kademesinde görev yapıyor olursanız olun mutlaka yapabilecek, katkı sağlayabilecek bir şey vardır. Eğer anaokulu öğretmeniyseniz zaten meraklı, sorgulayan, yaratıcı olan çocuklardaki bu özellikleri daha da pekiştirebilir, en azından yok etmemek için çaba gösterebilirsiniz ya da davranışlarının sorumluluklarını almaları konusunda destekleyici davranabilirsiniz. Eğer bir kurumda yöneticiyseniz belki öğrencilerin davranışlarında doğrudan bir değişiklik meydana getirmemeyebilirsiniz ama öncelikle öğretmenlerinizin arkasında durarak, velilerin okul ortamını kendi bildikleri gibi değiştirmelerine izin vermeyebilirsiniz ya da eğitimlerle değişime katkı sağlayabilirsiniz. Çocuklar büyüdükçe etki alanınızın azalacağını söyleyebilirim ama öğretmenlik yapıyorsanız, karşınızdakine patron gibi değil de öğretmen gibi davranarak en azından gelişimlerine katkı sağlamaya devam edebilirsiniz. En önemlisi de işinizi ciddiye alabilirsiniz. Mesela "amaan ben mi düzelteceğim" demeyebilirsiniz ya da " bir ben uğraşınca olmayacak napayım" diye düşünmeyebilirsiniz, işten, iş yükünden kaçmayabilirsiniz, rahatım bozulmasın demeyebilirsiniz yani en azından işinizi öğrencinin hem akademik hem de kişisel gelişimine katkı sağlayacak şekilde hakkıyla yapabilirsiniz. Öğretmenlerin çabasının tek başına yetersiz kalacağı çok bilinen bir gerçek. Dolayısıyla bu durumun süreçteki en büyük destekçisi elbette aileler olacaktır. Anne olduğum yerden baktığımda çocuk yetiştirmenin tüm keyifli yanlarına rağmen çok hassas bir süreç olduğunu defalarca tecrübe ettim. Dört yıllık anneliğimde, gözlemlediğim çocuklarda ve öğrencilerde en önemli noktanın, çocuklarımızı yetiştirirken sorumluluk almalarını sağlamak olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu noktada da ceza/ödül ve yaptığının sorumluluğunu alma arasındaki ince çizgiyi iyi fark etmek gerekiyor bence. Hepimizin en büyük isteği sanırım çocuklarımızın mutlu olması ancak bireyselciliğin hızla yaygınlaştığı günümüzde kişilerin kendi mutluluklarını istemesi ve bencil olmak biraz karıştırılıyor. Toplumun bir parçası olarak çocuklarımızın mutluluğunu isterken, her ne olursa olsun yeterli mutlu olsun, kırsız döksün ama yeter ki o mutlu olsun, başkasını üzsün, başkasının duygusuna önem vermesin ama mutlu olsun deme hakkımız olmamalı çünkü bu şekilde çoğumuzun şikayetçi olduğu bu girdaptan çıkma şansımız yok. Aile olarak, özgürlük dediğimiz şeyin de bir sınırının olduğunu, eleştirmekle saygısız davranmanın arasındaki farkı, istemediğini söylemenin de doğru bir yolu olduğunu, istediklerimizi elde edemediğimiz anlardaki hayal kırıklığıyla baş ederken başkasını suçlamamamız gerektiğini, bazı şeyleri yapamamanın sebebinin bazen sadece yapamamış, becerememiş ya da yeterli olmamamış olduğunu bilerek bu noktada sorumluluğu/suçu başkasına atmamanın önemini bilmekle ve öğretmekle yükümlü olduğumuzu düşünüyorum. Şimdi durup düşünme zamanı neler yapabiliriz. Ya kötüleyerek kendini gerçekleştiren kehanet misali gerçekten hiç bir işe yaramaz hale getireceğiz bir nesili ya da ufak ufak elimiz dokunacağız her birine yakaladığımız anlarda. Ya ebeveyn olarak, yetiştireceğimiz nesile daha çok dikkat edeceğiz ya da sınıftaki diğer çocuklara ve onları yetiştiren ebeveynlere suç atarak bir grup daha ekleyeceğiz şimdikilere. Ya öğretmen olarak suçu aileye atıp kenara çekileceğiz ya da bu noktada ben ne yapabilirim diye biz de kafa yoracağız. Hem eğitimci hem de aile olarak maalesef hem taşın altına elime koymayayım hem de iyi bir gençlik yetişsin deme hakkımız yok.